- Ax - Soil - Toprak Filmi
1.Anlatım : Tüm sakinleri askerler tarafından göç ettirilen köyünü, inadına terk etmeyen bir yaşlının ve köpeğinin öyküsüdür “Ax”. Eski, kalabalık, canlı yaşamdan, geriye ölü bir sessizlik, anılarla yüklü mekanlar ve boşluk kalmıştır. Kazim Öz ve MKM Sinema Kollektifi tarafindan çekilenbu kisa film Türt askerleri tarafindan bosaltilmis olmasina karsin köyünü terketmeyen yasli bir Kürt’ün trajedisini anlatir. Bosatilmis Kürt köyünde tek kalan hatiralar ve yasli adamin esinin mezaridir
Kurmaca / 1999 / 27dk. / 16 mm / Kürtçe-Türkçe
Yönetmen: Kazım Öz
Oyuncular: Hikmet Karagöz – Teatra Jiyana Nû oyuncuları
Senaryo: MKM Sinema Birimi (Grup Çalışması)Görüntü Yönetmeni: Ahmet Demir
Kurgu: Kazım Öz, Özkan Küçük
Sanat Yönetmeni: Özkan Küçük
Müzik: Mustafa Biber, Yasin Boyraz
2.Anlatım: ‘Güneşe Yolculuk’tan sonra yine Kürt sorununu temel alan bir filmle karşı karşıyayız: ‘Ax’. Doğaldır ki; ulusal mücadelenin yükselmesine ve önemli bir toplumsal olgu haline gelmesine paralel olarak, bu konu sanat alanına da yansıyacaktı. Diğer sanat dallarına çoktan yansımış olmasına karşın konunun sinemaya girişi gecikmeli oldu. Bunda şüphesiz sinemanın, diğer sanat dallarına göre daha masraflı olmasının payı vardır. Kürtleri, onların yaşam tarzlarını, acılarını, sorunlarını işleyen filmler ilk değildir. Bunlar ‘Güneşe Yolculuk’ ve ‘Ax’ filmlerinden çok çok önce de filmlerde işlendi. Yılmaz Güney’in daha 60’lı yıllarda çevirdiği ‘Seyit Han’, 70’li yıllarda çevirdiği ‘Sürü’ ve 80’li yıllarda çevirdiği ‘Yol’ gibi filmler bunun en iyi örneklerini oluşturuyor. Yılmaz Güney filmlerinin dışında da bir dizi filmde Kürt motifleri, temaları işlendi. Ancak son filmlerdeki yenilik, Kürt sorununu bir ulusal sorun olarak işlemeleridir. ‘Güneşe Yolculuk’ta biri Türk, diğeri Kürt iki emekçi gencin arasında gelişen arkadaşlığın arkasında Kürt ulusal sorununun değişik parçalarını görebiliyoruz. Bir futbol maçı sonrası Kürtlere karşı ırkçı histerinin boyutlarını görüyoruz. Bir başka sahnede Kürt konusunu işleyen gazetelerin askerler tarafından bölgeye sokulmadığına tanık oluyoruz. Yine bir başka yerde tanklarla bir ilçede “kontrolün nasıl sağlandığını”(!) görüyoruz… ‘Ax’ kısa metrajlı bir film. Bu özelliğiyle çok boyutlu uzun bir öyküyü anlatması tabii ki beklenemez. Yönetmenin kısa metrajlı filmde işi biraz daha zor. Çok kısa bir zaman diliminde, daha çok da simgelerle ve yoğun soyutlamalarla bir gerçekliği çarpıcı bir şekilde vermesi gerekiyor. Kâzım Öz ‘Ax’ filminde bu zoru başarmış. Filmin konusu, Kuzey Kürdistan’daki devlet baskıları, bunun bir parçasını oluşturan köy baskınları, köy boşaltmalar, yakmalar, yıkmalar vb… Bunun sonucu olarak insanların köylerini terketmeleri, herşeylerini kaybetmeleri; yıllarca birlikte yaşadıkları insanlarla birlikteliklerinin parçalanması; evlerini, yüzyıllarca üzerinde sefil ama yine de dostça, kardeşçe ortak yaşam sürdükleri topraklarını, hayvanlarını, eşyalarını kaybetmeleri… Filmin başında seyirci kendini mezarın içinde buluyor, köyün geriye kalan tek yaşlısı, bizleri, yani son yakınlarını mezara gömüyor, halsiz kollarıyla üzerimize toprak atıyor. Son yakınıyla birlikte geçmişini de gömen ihtiyar, ağır ağır köye döndüğünde köy korucularıyla karşılaşır. Bir cemseye binmiş köy korucuları kahkaha ve naralar atarak ihtiyarla alay ederler. Burada seyirci barbarlığın iğrençliğini ve nefret dolu yüzünü, her türden insani duygudan yoksun buz gibi soğuk çehresini, “basit” ama basitliğiyle bile insanı ürperten ve nefret uyandıran “küçücük” bir olayda görür. Bu sahne bile tek başına seyirciye Kürt halkı üzerindeki baskının, şiddetin ve aşağılamanın boyutunu yeterince hissettiriyor. İhtiyarın evi özel timler tarafından basılır ve ihtiyar saklanarak hayatını kılpayı kurtarır. Burada barbarlık postallarla simgelenir, barbarlığın yüzü yoktur; insan karakteri, duygular yoktur. O sadece şiddeti simgeleyen postallara sahiptir. Kameranın yakından çektiği postallar evi ararlar, nefret dolu küfürler ederler, aşağılarlar ve tehdit ederler… Bu arada kurşun sesleri gelir. Timin kumandanı gerilla baskını olduğu korkusuyla tir tir titreyerek yere atar kendini. Ancak kurşunlar kendi adamlarından gelmiştir. Yabancıların gelmesinden huzursuzlanarak havlayan köpeği susturmak için askerler onu kurşunlayarak öldürmüşlerdir. Yine “basit” bir olay… Ama tam da bu “basit” olayların korkunçluğuyla, insanların yaşadığı zulmün ne kadar daha fazla korkunç olabileceği sezdiriliyor seyirciye… Askerlerin gitmesinden sonra ihtiyar derin bir üzüntü içinde şefkatle sevdiği köpeği beze sarıp, tekerleksiz el arabasıyla sürükleyerek götürür gömer. İhtiyarın ne kimsesi kalmıştır; ne de köyü beklemesinin bir anlamı… Evini terkettiğinde alışkanlık olarak bir yakını geldiğinde kapıyı açıp girebilmesi için kapı anahtarını kapının üzerinde duvardaki deliğe koyar. Ancak geriye kimse kalmamıştır. Kimileri ölmüş, kalanlar göçmüştür. Dönüp anahtarı geri alır. Film bundan sonra esas olarak ihtiyarın anılarıyla andaki gerçekliğin karşılaştırmalarıyla geçer. Yönetmen burada ilginç bir kamera çekimi yöntemiyle anılardaki geçmişle, andaki gerçekliği karşılaştırır; andaki gerçekliğin vehametini göstermeye çalışır. Kamera kendi etrafında 360 derece dönerek köyün önceki halini gösterir: Ev önlerinde oturup sohbet eden insanlar, oyun oynayan çocuklar… Gürültülü bir canlılık vardır. Ancak kamera aynı yerden bir ikinci kez daha döner ve aynı köyün şimdiki durumu gelir gözlerimizin önüne: Tek bir canlı bile kalmamış, yakılmış, yıkılmış köy evleri… İhtiyar bu evlerden birisinin içine girer. Kamera –ve kamerayla birlikte seyirci– evin içini bir kez dolanır; cemaat bir çember halinde oturmuş sohbet eder, saz çalınır. Oturanlar birer birer kalkar ihtiyarı selamlar; ona saygılarını gösterirler. Kamera, yani ihtiyar odayı bir kez daha döndüğünde tekrar kapıya yönelir, ancak burada seyirciyi şaşkınlığa düşürecek bir manzara belirir: İhtiyar yine kapıda durmaktadır. Bu kamera çekimi yöntemiyle az önce görülenin şimdiki gerçeklik olmadığı hatırlatılır seyirciye. Kamera bu kez tekrar döner odanın içinde ve bu sefer ev ıssızdır, insanlar yoktur. Saz ve diğer eşyalar kırık dökük etrafa dağılmış vaziyettedir. Filmin sonunda kimsesi kalmayan ihtiyar köyü terkederek dağlara yönelir ve film biter. Film Türkiye’de Kültür Bakanlığı’nın sansür engeline takılmış ve gösterimine izin verilmemiştir. Bunda şaşılacak birşey de yoktur: Egemenler gerçeklerin kitlelere anlatılmasından ne zaman hoşlanmışlardır ki?! Yılmaz Güney’in filmleri de aynı akıbete uğramamış mıdır?! Ancak herşeye rağmen gerçekler inatçıdır ve ulaşması gereken yere ulaşacaktır! Güneş balçıkla sıvanmaz!
Oyuncular: Hikmet Karagöz – Teatra Jiyana Nû oyuncuları
Senaryo: MKM Sinema Birimi (Grup Çalışması)Görüntü Yönetmeni: Ahmet Demir
Kurgu: Kazım Öz, Özkan Küçük
Sanat Yönetmeni: Özkan Küçük
Müzik: Mustafa Biber, Yasin Boyraz
2.Anlatım: ‘Güneşe Yolculuk’tan sonra yine Kürt sorununu temel alan bir filmle karşı karşıyayız: ‘Ax’. Doğaldır ki; ulusal mücadelenin yükselmesine ve önemli bir toplumsal olgu haline gelmesine paralel olarak, bu konu sanat alanına da yansıyacaktı. Diğer sanat dallarına çoktan yansımış olmasına karşın konunun sinemaya girişi gecikmeli oldu. Bunda şüphesiz sinemanın, diğer sanat dallarına göre daha masraflı olmasının payı vardır. Kürtleri, onların yaşam tarzlarını, acılarını, sorunlarını işleyen filmler ilk değildir. Bunlar ‘Güneşe Yolculuk’ ve ‘Ax’ filmlerinden çok çok önce de filmlerde işlendi. Yılmaz Güney’in daha 60’lı yıllarda çevirdiği ‘Seyit Han’, 70’li yıllarda çevirdiği ‘Sürü’ ve 80’li yıllarda çevirdiği ‘Yol’ gibi filmler bunun en iyi örneklerini oluşturuyor. Yılmaz Güney filmlerinin dışında da bir dizi filmde Kürt motifleri, temaları işlendi. Ancak son filmlerdeki yenilik, Kürt sorununu bir ulusal sorun olarak işlemeleridir. ‘Güneşe Yolculuk’ta biri Türk, diğeri Kürt iki emekçi gencin arasında gelişen arkadaşlığın arkasında Kürt ulusal sorununun değişik parçalarını görebiliyoruz. Bir futbol maçı sonrası Kürtlere karşı ırkçı histerinin boyutlarını görüyoruz. Bir başka sahnede Kürt konusunu işleyen gazetelerin askerler tarafından bölgeye sokulmadığına tanık oluyoruz. Yine bir başka yerde tanklarla bir ilçede “kontrolün nasıl sağlandığını”(!) görüyoruz… ‘Ax’ kısa metrajlı bir film. Bu özelliğiyle çok boyutlu uzun bir öyküyü anlatması tabii ki beklenemez. Yönetmenin kısa metrajlı filmde işi biraz daha zor. Çok kısa bir zaman diliminde, daha çok da simgelerle ve yoğun soyutlamalarla bir gerçekliği çarpıcı bir şekilde vermesi gerekiyor. Kâzım Öz ‘Ax’ filminde bu zoru başarmış. Filmin konusu, Kuzey Kürdistan’daki devlet baskıları, bunun bir parçasını oluşturan köy baskınları, köy boşaltmalar, yakmalar, yıkmalar vb… Bunun sonucu olarak insanların köylerini terketmeleri, herşeylerini kaybetmeleri; yıllarca birlikte yaşadıkları insanlarla birlikteliklerinin parçalanması; evlerini, yüzyıllarca üzerinde sefil ama yine de dostça, kardeşçe ortak yaşam sürdükleri topraklarını, hayvanlarını, eşyalarını kaybetmeleri… Filmin başında seyirci kendini mezarın içinde buluyor, köyün geriye kalan tek yaşlısı, bizleri, yani son yakınlarını mezara gömüyor, halsiz kollarıyla üzerimize toprak atıyor. Son yakınıyla birlikte geçmişini de gömen ihtiyar, ağır ağır köye döndüğünde köy korucularıyla karşılaşır. Bir cemseye binmiş köy korucuları kahkaha ve naralar atarak ihtiyarla alay ederler. Burada seyirci barbarlığın iğrençliğini ve nefret dolu yüzünü, her türden insani duygudan yoksun buz gibi soğuk çehresini, “basit” ama basitliğiyle bile insanı ürperten ve nefret uyandıran “küçücük” bir olayda görür. Bu sahne bile tek başına seyirciye Kürt halkı üzerindeki baskının, şiddetin ve aşağılamanın boyutunu yeterince hissettiriyor. İhtiyarın evi özel timler tarafından basılır ve ihtiyar saklanarak hayatını kılpayı kurtarır. Burada barbarlık postallarla simgelenir, barbarlığın yüzü yoktur; insan karakteri, duygular yoktur. O sadece şiddeti simgeleyen postallara sahiptir. Kameranın yakından çektiği postallar evi ararlar, nefret dolu küfürler ederler, aşağılarlar ve tehdit ederler… Bu arada kurşun sesleri gelir. Timin kumandanı gerilla baskını olduğu korkusuyla tir tir titreyerek yere atar kendini. Ancak kurşunlar kendi adamlarından gelmiştir. Yabancıların gelmesinden huzursuzlanarak havlayan köpeği susturmak için askerler onu kurşunlayarak öldürmüşlerdir. Yine “basit” bir olay… Ama tam da bu “basit” olayların korkunçluğuyla, insanların yaşadığı zulmün ne kadar daha fazla korkunç olabileceği sezdiriliyor seyirciye… Askerlerin gitmesinden sonra ihtiyar derin bir üzüntü içinde şefkatle sevdiği köpeği beze sarıp, tekerleksiz el arabasıyla sürükleyerek götürür gömer. İhtiyarın ne kimsesi kalmıştır; ne de köyü beklemesinin bir anlamı… Evini terkettiğinde alışkanlık olarak bir yakını geldiğinde kapıyı açıp girebilmesi için kapı anahtarını kapının üzerinde duvardaki deliğe koyar. Ancak geriye kimse kalmamıştır. Kimileri ölmüş, kalanlar göçmüştür. Dönüp anahtarı geri alır. Film bundan sonra esas olarak ihtiyarın anılarıyla andaki gerçekliğin karşılaştırmalarıyla geçer. Yönetmen burada ilginç bir kamera çekimi yöntemiyle anılardaki geçmişle, andaki gerçekliği karşılaştırır; andaki gerçekliğin vehametini göstermeye çalışır. Kamera kendi etrafında 360 derece dönerek köyün önceki halini gösterir: Ev önlerinde oturup sohbet eden insanlar, oyun oynayan çocuklar… Gürültülü bir canlılık vardır. Ancak kamera aynı yerden bir ikinci kez daha döner ve aynı köyün şimdiki durumu gelir gözlerimizin önüne: Tek bir canlı bile kalmamış, yakılmış, yıkılmış köy evleri… İhtiyar bu evlerden birisinin içine girer. Kamera –ve kamerayla birlikte seyirci– evin içini bir kez dolanır; cemaat bir çember halinde oturmuş sohbet eder, saz çalınır. Oturanlar birer birer kalkar ihtiyarı selamlar; ona saygılarını gösterirler. Kamera, yani ihtiyar odayı bir kez daha döndüğünde tekrar kapıya yönelir, ancak burada seyirciyi şaşkınlığa düşürecek bir manzara belirir: İhtiyar yine kapıda durmaktadır. Bu kamera çekimi yöntemiyle az önce görülenin şimdiki gerçeklik olmadığı hatırlatılır seyirciye. Kamera bu kez tekrar döner odanın içinde ve bu sefer ev ıssızdır, insanlar yoktur. Saz ve diğer eşyalar kırık dökük etrafa dağılmış vaziyettedir. Filmin sonunda kimsesi kalmayan ihtiyar köyü terkederek dağlara yönelir ve film biter. Film Türkiye’de Kültür Bakanlığı’nın sansür engeline takılmış ve gösterimine izin verilmemiştir. Bunda şaşılacak birşey de yoktur: Egemenler gerçeklerin kitlelere anlatılmasından ne zaman hoşlanmışlardır ki?! Yılmaz Güney’in filmleri de aynı akıbete uğramamış mıdır?! Ancak herşeye rağmen gerçekler inatçıdır ve ulaşması gereken yere ulaşacaktır! Güneş balçıkla sıvanmaz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder