İran Filmleri

16 Ekim 2017 Pazartesi

Bîranînen li ser kevirî - Memories on Stone - Taşa Yazılmış Hatıralar Filmi


  • Bîranînen Li Ser Kevirî - Memories On Stone - Taşa Yazılmış Hatıralar 

İki çocukluk arkadaşı, Hüseyin ve Alan hayatta öğrendiği tek gerçek; gerçeğin sinema ile ulaşılmasıdır. Irak'taki rejimin düşüşünün ardından, insanlık tarihinde en can yakıcı ve hatırlanması bile acı verici olan, 1988'de Kürtlere karşı İran’da El-Enfal operasyonu esnasında yapılan Kürt soykırımını, tarihten kesitlerle filme alma kararı veren iki çocukluk arkadaşını konu ediyor. Yani “film içinde film”.
 Sinema sanatını kirli savaş ortamındaki yaşama tutunuş öyküsünü devreye sokarak gerçeğin peşinden koşan Hüseyin ve Alan adlı iki genç sinemacının, yaşam öyküsünü ele alıyor.Bu filmi yapma sürecinin onlara öğrettiği şey ise, sinema aracılığıyla gerçeğe ulaşmak ve kendi kimlikleriyle yüzleşmek için hayatları dâhil her şeyi riske atmaları gerektiği olacaktır. Diğer bir deyişle baskı ve zorluk altında sinemaya olan ilgi ve film çevirmenin zorluğu anlatılmaktadır..

Film baskılanan gerçeğin sinemasını yapmanın zorluklarını odağına alıyor. “Bu film benim için neredeyse iki film birden yapmak gibiydi, çünkü film çekmek hakkında bir film çektik. (...) Irak tarihinin kalıntıları arasında öyle çok kırgın ruh var ki geride. Biz de filmimizin kahramanları aracılığıyla bu durumu aktarmak ve bu hikâyeyi açığa çıkarmak istedik.” – Shawkat Amin Korki
  • Yönetmen: Shawkat Amin Korki
  • Senaryo: Mehmet Aktaş, Shawkat Amin Korki 
  • Görüntü Yönetmeni: Salem Salavati
  • Kurgu: Ebrahim Saeedi 
  • Yapımcı: Mehmet Aktaş 
  • Müzik: John Gurtler, Özgür Akgül 
  • Tür: Tarih, Savaş, Tırajikomedi
  • Yapım Ülkesi: Almanya, Irak,Katar 
  • Yapım Yılı: 2014
  • Orijinal Dil: Kürtçe, Arapça, Farsça ve İngilizce, Türkçe altyazı
  • Orijinal Adı: Memories on Stone / Bîranînen li ser kevirî 
  • IMDB: 7,4
  • Yapım Şirketi: Mîtosfilm 
  • Süre: 97 dk
  • Oyuncular: Hussein Hassan, Nazmi Kirik, Shima Molaei, Suat Usta,Bangin Ali Salah Sheikh Ahmadi,Ala Riani,Rekesh Shahbaz, Hishyar Ziro
  • Üretim Desteği: Kültür Bakanlığı Kürdistan Bölgesi Hükümeti, Medienboard Berlin-Brandenburg, Post Republic Berlin, Vision Sud Est, Doha Film Enstitüsü, Enjaaz - Bir Dubai Film Pazarı Girişimi
Ödüller

  • 2015 - 52. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali - Uluslararası En İyi Film
  • 2014 - 20. Uluslararası Kalküta Film Festivali-Asya Pasifik Screen-Asya’nın Oscarı,UNESCO Ödülü (Hindistan)
  • 2014 - Abu Dhabi Film Festivali- En iyi Arap Filmi, Siyah İnci Ödülü
  • 2014 - Skopje En İyi Yönetmen
  • 2014 - Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali
  • Asya Dünya Film Festivali - Jüri Özel Ödülü (Los Angeles)
  • 13. Avrupa Film Festivali - En İyi Yönetmen (Cinedays Üsküp) 
  • Fantasporto Film Festivali - En İyi Film, En İyi Senaryo, Eleştirmenlere Özel Söz
  • Barış Dünya Film Festivali - En İyi Özellik Anlatı (Chicago)
  • RiverRun Uluslararası Film Festivali - En İyi Film Öyküleri, En İyi Erkek Oyuncu (Hüseyin Hasan) ve Kurgu Jürisinin Özel Ödülü (Ebrahim Saeedi)
  • Duhok Uluslararası Film Festivali - En İyi Kürt Yönetmen, Duhok City En İyi Uzun Metraj Filmi Ödülü (Bahdinan)
  • 2011 - Göteborg Film Festivali - En İyi Proje Ödülü (APM Busan IFF 2011) 
Genç Hüseyin’in sinemada makinistlik yapan babasını senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı ‘Yol’ (yönetmen: Şerif Gören) filmi gösterimi sırasında ziyaret etmesiyle başlıyor.Ve ödüllerde Shawkat Amin Korki filmini, 'Yol' filmine ve Yılmaz Güney'e adağını açıklıyor.

Shawkat Amin Korki, günümüz Güney Kürdistan Kürt toplum sosyolojisini muhteşem anlatıyor. Bütün çelişki ve dinamikler; çıkmazlar, potansiyeller kısacası yeni Kürtlük halleri Nazmi Kırık’ın (Alan adlı bu kişi film çekmeye çalışan iki arkadaştan biridir) başarılı performansı ile su gibi akıyor. Filmde farklı Kürtçe lehçelerinin karşılaşması, Alan’ın (Nazmi Kırık) Soranca konuşan karısı ile olan diyalogların sorunsuz akışı ile örneklenmiş oluyor. 
Orta Doğu’nun Gladyatörleri
Film çekimleri Duhok kentinde gerçekleştirilmiş olan filmin ana mekanı, Saddam döneminin dev bir hapishanesidir. Hapishane bazı geniş çekimlerde “Kolezyuma”a benziyor. Viraneye dönmüş olsa da sıralı zindan odaları, dev duvarları ve ortasındaki ezici boş avlusu ile insanın içine dehşet duygusunu yerleştirmeye yetiyor. Orta Doğu kentlerinin birçoğunda hapishane ve kent duvarları iç içe geçmiştir. Irak kentleri, bu yapılaşmayı dramatik biçimde temsil eder. Siyasetle çözülemeyen meseleleri duvarla örten otoriter rejimlerin geride bıraktıkları kale duvarları ya da dediğimiz gibi Kolezyum’u andıran bu korkunç yapılar vahşetin hatıratı.

Gladyatör dövüşleri ile insanın vahşice öldürülmesini seyirlik bir zevke dönüştüren Roma kralları, arka sıranın izleyicileri olarak halkı da yanlarına almışlardı. O Kolezyumlar bugün turistik mekanlara; Saddam’ın vahşet hapishaneleri de film setlerinin mekanlarına dönüştü. Ama vahşet ve otoriter siyaset ilişkisi devam ediyor. Vahşet hala seyirlik bir malzeme. Üstelik mekanı herkesin evi. Bütün dünya “cebinden” IŞID vahşetini izliyor. İzlemek ve bu vahşetin bir parçası olmak artık kimseye uzak değil.

Kolezyumu andıran bu hapishanenin avlusuna kamyonlarla taşınmış olan Kürt mültecilerin, geçmişin vahşetini yüklenerek gerçekleştirdikleri figüranlık rolü bu çekim planında “başrol” hamlesine dönüşüyor. Kürt mülteciler, bu sahnede filmin duygu ve dramını bütün ağırlığı ile tek sahnede bize yaşatıyor.


İnşaatçıların ekonomik hakimiyeti, filmde karikatürize edilerek işlenmiş. Örneğin Roj Azad (filmde Kürt starı) gibi birçok müzisyenin ve sanatçının maddi koşulları, inşaatçıların vesayeti ile sürüyor. Ama inşaat burjuvazisi ile Kürt sanatçılarının ilişkisi belli ki bir çileye dönüşmüş. “Ne var ki ben de film yönetirim” fikri, filmde oldukça ironik, keyifli sahnelerle işlenmiş. Biz de biraz karikatürize edersek; film, Kürt inşaatçıların hakimiyeti ve onların gelecek tasavvurları ile idealist Kürt sinemacıların karşılaşmalarını ironik bir dille anlatıyor diyebiliriz.

“Taşa Yazılmış Anılar”, Kürt sinemasındaki yaygın epik anlatımdan kurtularak; kentte geçen ve kent toplumuna dönüşen Kürtlerin yaşadığı yeni çelişkileri işleyebilmiş.

Devlet iktidarları ve toplum gibi büyük çatışmalı ikiliklere sıkışmayan filmin anlatımı; Kürt toplumunun kendi içinde ördüğü gündelik yaşam mecralarını da yakalamış, ayrıca toplumun gelecek tasavvurunun yeni iktidar odakları ve sıkıntılı öncelikleri üzerinden görselleştirebilmiş. Bu anlamda gerçekten başarılı bir iş çıkarmış.

Ele alınan bir diğer olgu ise “kaçakçılık”. Kaçakçılığı anlatmak için İran sınırı kritiktir. İran rejiminin Kürt politikası, en iyi sınır kaçakçılığı ile kavranabilir. Bahman Ghobadi’nin “Sarhoş Atlar Zamanı” bu anlamda bir kült oldu: Kürt kaçakçıdır!

Bahman’ın “Yarım Ay” filmindeki kaçakçı Kako, bu filme aynı rolle taşınmış. Bir film setinden kalkıp buraya gelmiş gibi. İran’a katır sırtında film ekibinin malzemelerini taşıma işi yine bu kaçakçıya düşer.

Filmi bitirmek gerek!
Bir filme başlamak için öncelikle fikir sonra filmin prodüksiyon ekibi ve ekipmana –yani paraya- ihtiyaç var. Bu filmde iki arkadaşın filme dair fikirleri çocukluklarından gelirken para konusu daha karmaşık hal alıyor ve çokça sorun çıkıyor. Ama Kürt koşullarında, herkesin elinden geleni yapması beklenir ki filmde de öyle oluyor. Herkes işin bir ucundan tutuyor, Alan (Nazmi Kırık) evini satıyor. Ama işe tekrar koyulurken iki konu yeniden çıkmaza giriyor: Biri kadın oyuncu bulmak; diğeri para bulmak!

Film çekimindeki en temel mesele, kadın bir oyuncu bulmak üzerinden gelişiyor. Bu mesele aynı zamanda, Kürt toplumunun feodal, geleneksel çıkmazlarını ortaya koymada nefis bir bakış açısı sağlıyor. Filmde rol almak isteyen bir kadın oyuncu hangi engelleri aşmak zorundadır? Nelerle baş etmeli?

Bir kadın oyuncunun önce ailesinden dahası ailenin erkeklerinden izin alması gerekiyor. Bu izin mevzusu filmde büyüyor. Bütün geleneksel kurumlar ve ilişkiler deneniyor. Filmin ekibi elinde bir kutu baklava ile adeta “kız isteme”ye giderler.
Kısacası, toprağa dayalı sınıfsal oluşumların modern kentte başka bir merhaleye taşınmış olmasını, kadın oyuncu bulma arayışı içinden aktarmak, sinema dili açısından da isabetli olmuş. Ağanın artık beyaz eşyacı olan oğlunun kadın oyuncu adayına olan karşılıksız aşkı, film çekimi boyunca baş belası konulardan biridir.


Diğer taraftan filmin ekibi para bulmak için Roj Azad (Suat Usta) belasına bulaşmak zorunda kalırlar. Filmin yönetmenini ikna eden Alan, Roj Azad’a başrol vererek, ona sponsorluk yapan inşaat şirketi aracılığı ile askeri araç ve ekipmanları sağlamayı hedeflemektedir. Elbette bu konu da sarpa sarar. Kürt starı, Roj Azad, cephede yaralanmış peşmergeyi canlandırırken çalan cep telefonunu açıp konuşmaya varacak kadar rolünü cüretkarca oynamaya devam ederek ekibi çıldırtmaya devam eder.

Suat Usta’nın oynadığı Roj Azad, özellikle Türkiye’de çok aşina olduğumuz bir Kürt sanatçısını temsil ediyor. Roj Azad, Kürt TV Kanalları furyasında yıldızı parlayan birçok erkek starın birleşimi adeta. Kürt sosyolojisine hakim olanların bilebileceği gibi, bir Kürt burjuvazisi ile bir lümpen Kürt işçisi arasındaki sosyal ve kültürel mesafe oldukça kısadır. Sınıfsal karşılaşmalar, kültürel yakınlıktan dolayı çok hareketlidir. Hiçbir karşılaşma şaşırtıcı değildir. Bu filmde de bunu çok olağan bir durum olarak izliyoruz.

Oyuncuları özellikle Nazmi Kırık’ın muhteşem performansı ve Suat Usta’nın “absürd” bir karakteri başarılı biçimde ortaya koyabilmiş olması, filme yüksek bir seyirliğini yükseltmiş. Filmde belirgin biçimde “başrol-yardımcı rol” ayrımlarına gidilmemesi ise takdire şayan. Her karakter özgün ve incelikler içeriyor. Yani filmde herkes eşit oranda değerli.

Kısacası taşları yolda dizilen bir süreç ile film tamamlanır. Ama sıkıntılar bitmez. Bin bir zorlukla biten film, hapishane avlusunda prömiyerini yapar! Ama burada da sürprizler bitmez…

Mehmet Aktaş: “Kendi halkıma alkış tutmak için yapmadım bu filmi. Toplumuzun yanlışlarını da gösterdim. Çünkü benim için samimi olan bir film, sinemadır. Mesela Mahsun Kırmızıgül, İbrahim Tatlıses; bu isimlerin Kürt kimliğiyle, Kürt sinemasıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Özeleştiri meselesine gelince örneğin Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinde petrolle gelen zenginlik, belleksizleşmeye yol açtı. O büyük katliamlar, acılar unutuldu. Zaten bütün Kürtler mükemmel olsaydı böyle mi yaşardık!? Mesela şöyle bir şey yaşadık: Çekimlerin son gününde prodüksiyon harcamalarına bakarken çok büyük bir meblağla karşılaştım. Sordum; dediler ki benzine su katarak sattıkları için jeneratör bozuldu, 5 kere tamire gönderdik. Onların faturası. İşte bu da yolsuzluk.”

Mehmet Aktaş: Taşlara Yazılmış Hatıralar bir bellek filmidir

Aktaş: ''Taşlara Yazılmış Hatıralar filmi aynı zamanda bir bellek filmidir ve bu film bir şekilde Kürdlerde nasıl bir belleğe sahip olduğunu gösteren bir filmdir. Şimdi Güney Kürdistan’da onlarca Enfal kurbanı hala yaşıyor. 180 bin insan kaybedilmiş ve yok edilmiş bir katliam Enfal Katliamı. Bu çabuk unutuldu. Kürdlerde bir unutkanlık hastalığı var. Bizim film birazda ona itirazdı. Güney Kürdistan’ın panaroması ve Kürd sinemasının doğuşunu anlatan bir filmdir. Bir yönetmenle bir yapımcı Enfal üzerinde film yapmaya çalışırken sonuç olarak onlar da kurban oluyorlar. Kurbanları anlatırken kendileri de kurban oluyorlar. Aslında bütün dünya toplumlarında olduğu gibi Kürd toplumunda da sanatçıların yalnız olduğunu göstermekti biraz da. Aslında Kürd toplumunda Enfal’i anlatmaya çalışan iki insanın ne kadar yalnız kaldığını ironik bir şekilde ve kara mizah ile vermeye çalıştık.''

Mehmet Aktaş; ''1967’de Iğdır’da doğdum. İstanbul’da büyüdüm. İstanbul Kabataş Lisesi ve İstanbul Hukuk fakültesinde okudum. 1994’te Almanya’ya yerleştim. Şu an Berlin’de yaşıyorum. Özgür Gündem gazetesinde çalıştım. Yurt dışında da bir dönem MED TV ve Fransa’nın ARTE televizyonunda çalıştım. Daha sonra gazeteciliği tamamen bırakarak senaryo yazarlığına ve film yapımcılığına başladım.''
                                                       
                                                    Filmi İzlemek İçin Tıklayın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder