İran Filmleri

20 Ocak 2017 Cuma

The Patience Stone - Sabır Taşı Filmi


  • The Patience Stone - Sabır Taşı Filmi


 Afganistan’ın Oscar adayı olan Sabır Taşı filmi, yönetmenin çok satan romanından uyarlanmıştır. Afganistan´da ya da savaşla yerle bir olmuş herhangi bir ülkede herhangi bir yerdeyiz.Otuzlarında olan güzel bir kadın, yıkık dökük bir odada felçli kocasına bakmaktadır. Bir gün suskun kocasına tek yönlü bir itirafta bulunmaya başlar; çocukluğunu, sıkıntılarını, hayal kırıklıklarını, yalnızlığını, hayallerini, isteklerini anlatır. Kocası sessizce onu dinlerken bilmeden kadının “sabır taşı” olur, onu mutsuzluktan, acıdan, eziyetten koruyan.Fakat kadın asıl benliğini, daha sonra tanışacağı genç bir askerde bulacaktır. Rahimi, Sabır Taşı’nı 2005′te 25 yaşındayken kocası tarafından öldürülen Afgan kadın şair Nadya Encuman anısına yazmış: “Afgan kadınları hakkında hep aynı söylemleri duymaktan bıkmıştım, ezilen, kurban olan kadınlar. Oysa Afganistan´a gittiğimde son derece dirayetli kadınlarla tanıştım.


Yönetmen:Atiq Rahimi
Senarist:Jean-Claude Carrière, Atiq Rahim 
IMDB Puanı:6.9
Türü:Dram-Savaş
Yapım Yılı:2012
Yapım Ülkesi: Afganistan, Fransa, Almanya
Süre:102 Dakika
Yayın tarihi: 20 Şubat 2013 Fransa
Yapımcı Firma: Film, The, Razor Film Produktion GmbH
Film müziğinin bestecisi: Max Richter
Bütçe: $71,282.00
Orijinal Dil: Persçe
Orijinal Adı: Syngué sabour, pierre de patience / The Patience Stone
Oyuncular: Golshifteh Farahani, Hamid Djavadan , Hassina Burgan , Massi Mrowat , Mohamed Al Maghraoui


                               Belki de Kadınlar Peygamber Olmalıydı" Diyen Film: Sabır Taşı

Savaşta kadın olmaya dair bugüne kadar çok söz söylendi. Patlayan bombalar, durmaksızın akan kanın ortasında eşini, çocuğunu, kardeşini kaybeden kadınlar bütün savaşların en çok ağlayanı ve mağduru. Savaşta geride kalan olmanın bütün yoksulluğunu yüklenmek ve dahası, bir cezalandırma unsuru olarak sistematik tecavüzlere varan savaş suçları ile baş etmek zorunda olmak acıyı katlıyor. Öte yandan kadınlar, dünyanın savaş olan her coğrafyasında salt "kurban", "acılı", "ezilen" olma durumuna direnç gösteriyor, barışı mümkün kılmak için çabalıyor.

Atiq Rahimi'nin  kendi romanından uyarlayıp, yönettiği "Sabır Taşı / The Patience Stone",  şiddetin sıradan bir olay haline geldiği Afganistan coğrafyasında savaşta var olma mücadelesi veren bir isimsiz bir kadının hikâyesi. Sürekli bombardıman altındaki bir kenar mahallede yıkık dökük bir ev. Yere serilmiş bir döşekte yalnızca gözleri açık şekilde kıpırtısız yatan ağır yaralı bir adam ve başında sürekli dua ederek bekleyen karısı. Bir yandan gündelik yaşam devam ediyor, kadın iki çocuğunun gereksinimlerini ve yaralının ilaçlarını temin etmek zorunda. Ateş hattındaki ev, her an saldırıya uğradığından günler bodrumdan bozma sığınakta tedirginlik içinde geçiyor.

Mahremiyet diye bir şeyin söz konusu bile olmadığı savaş ortamında ev sürekli silahlı adamlar tarafından basıldığı ve her an ölümle burun buruna gelindiği için kadın çocuklarını şehrin daha güvenilir bir bölgesinde yaşayan halasına emanet ediyor. Genelevde çalışan hala, kadının hayatta kalan tek akrabası ve içini dökebileceği yegane insan. Bağımsız yaşayan halasıyla dertleşmek kadının yaralı ruhuna iyi geliyor. Ona çocuklarını, kocasının her an ölebileceği gerçeğiyle burun buruna olmanın yarattığı sıkıntılarını anlatmaya başlıyor. Bir gün hala, İran mitolojisinden "sabır taşı" öyküsünü ve Hz. Muhammed'in karısı Hatice ile yaşadığı bir olayı anlatıyor. Kadınların her koşulda erkeklerden çok daha dirayetli olduğunu söyleyip, teskin ediyor. Öykünün özü, belki de halanın ettiği bir sözde saklı: "Belki de Muhammed yerine Hz. Hatice peygamber olmalıydı."

Kadın, böylece suskun kocasıyla konuşmaya; hislerini, yalnızlığını, düşlerini, hayal kırıklıklarını ve kadınsı arzularını anlatmaya başlıyor. O monoloğuna devam ettikçe, seyirci de babasının kumar borcu nedeniyle kocasıyla zorla evlendirilen, erkek çocuk doğuramadığı için kayınvalidesinden işkence gören, kocasının erkek kardeşleri tarafından mal gibi görülen, her an taciz ve tecavüze uğrama tehditiyle yüz yüze yaşayan, kısır kocasının şerefini kurtarmak için başka adamlarla ilişkiye girerek çocuk sahibi olan bir kadın olduğu gerçeği ile yüz yüze geliyor. Hayatında belki de ilk defa karısını dinleyen koca  "sabır taşı"na dönüşürken, kadın aklını tamamen yitirmekten yüreğini kendisini yargılayamayacak birine açarak kurtuluyor.

Filmin en etkileyici sahnelerinden birinden söz etmeden geçmek istemem: Bir gün kadın avludan gelen sesleri duyup, olası bir baskında öldürülmesin diye kocasını yüklüğe saklıyor. Ev iki silahlı adam tarafından basılıyor. Kadın, tecavüze uğrayacağı ihtimalini düşünerek adamlara yalnız yaşayan bir fahişe olduğunu söylüyor. Din kurallarıyla yönetilen toplumun aşağılık ve kirli bireyi olarak bedenine saldırılmasından kurtuluyor ancak yalanı yüzünden saldırganlardan genç olanı rahat bırakmıyor. İronik şekilde başlayan ilişkileri, kadının cinselliğin doyumuna varmasıyla, genç adamın da ilk cinsel deneyimlerini yaşamasıyla sürüyor.

"Sabır Taşı / The Patience Stone", yer yer belgesele kayan gerçekçiliği, ki bunda senaryoyu yazan Jean-Claude Carrière'in emeğini anmadan olmaz, kadınların salt ezilen olarak göründüğü savaş dönemi filmlerinin aksi bir yol tutturuyor ve Golshifteh Farahani'nin muazzam oyunculuğu ile feminist etkiler taşıyan savaş karşıtı bir uyarlamaya dönüşüyor. Evet, kadınlar savaşta her zamankinden çok daha fazla istismar ediliyor, sömürülüyor, şiddet kurbanı oluyor. Yine de, güçlü, kurban olmaya direnç gösteren, içinde bulunduğu koşullara rağmen kimliğini arayan kadınların öyküsü daha sık anlatılıyor. Bu film de bunun  iyi örneklerinden biri.

11 Ocak 2017 Çarşamba

My Sweet Pepper Land -Tatlı Biber Diyarım Filmi

  • My Sweet Pepper Land -Tatlı Biber Diyarım Filmi

1.Anlatım: Saddam Hüseyin rejiminin düşmesinden sonra İran ve Türkiye sınırının tam ortasında kalan küçük bir köyde komiser olmayı kabul ederek burada kalan Baran, savaşın bitmesi ile normal hayata dönmeye çalışmaktadır. Fakat bu bölgede giderek çoğalmaya başlayan kaçakçılık işlerinde kanun yerine kaçakçıların sözü geçmektedir. Ve bu arada Baran yeni açılan okulda çalışmaya gelen genç ve bağımsız öğretmen Govend ile karşılaşır. Ve ikili arasında gün geçtikçe meydana gelen yakınlaşmanın yanı sıra Baran ve Govend’in geleneksel baskılara ve köy ağasına başkaldırışına tanıklık edeceğiz..
ABD Irak’a savaş ilan etmiş ve Saddam Hüseyin dönemi bitmiştir. Bu ortamda savaşta yer alan Kürt savaş kahramanı Baran, Saddam Hüseyin’in düşüşünden sonra Türkiye sınırında bir köyde komiser olarak görev yapmaya başlar. Uzun yıllar halkının özgürlüğü için mücadele etmiş olan Baran, köyü kontrol eden Aziz Ağa’nın emrivakilerine boyun eğmez. Bu sırada köyün okulunda öğretmenliğe başlayan Govend, hakkında çıkan dedikodulara ve onu evlendirmek isteyen ailesine karşı koymaya çalışmaktadır. Govend ve Baran, birbirlerine yakınlaştıkça düşmanlarına karşı da güçlenirler.

Erbil'de barış için mücadele eden bir lider olan olan Baran, burada görevini tamamladıktan sonra İran, Türkiye ve Irak sınırındaki küçük bir bölgeye taşınır. Bu bölgenin tansiyonu bir hayli yüksektir ve Baran yerel halk tarafından istenmeyen kişi olmuştur. Yine de sorunları çözmeye kararlı olan Baran, Govend isimli genç bir kadınla tanışır. Bu köyde öğretmenlik yapan Govend de köy halkı tarafından dışlanmaktadır. O da Baran gibi, kendi halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı için savaşmaktadır.

Yönetmen: Hiner Saleem
Senaryo: Hiner Saleem, Antoine Lacomblez
Yapımcı Firma: Agat Films & Cie
Yapım Ülkesi: Fransa, Almanya, Irak
Orijinal Dil: Kürtçe, Arapça, Türkçe
Orijinal Adı: My Sweet Pepper Land
Yapımcı:Robert Guédiguian,Arnaud Bertrand
Görüntü Yönetmeni: Pascal Auffray
Özgün Müzik: Golshifteh Farahani
Yapım Yılı:2013
Vizyon Tarihi:22 Mayıs 2013
IMDB Puanı:7.2
Süre:100 dk
Bütçe 2.600.000 €
Tür: Dram
Oyuncular: Golshifteh Farahani, Korkmaz Arslan, Suat Usta, Mir Murad Bedirxan , Feyyaz Duman Tarik Akreyî, Véronique Wüthrich
Ödüller: 2013 Abu Dhabi Jüri Özel Ödülü 2013 Chicago En Iyi Film 2013 Duhok (Irak) En Iyi Film, En Iyi Senaryo, En Iyi Kadın Oyuncu 2013 Inverness Izleyici Ödülü


2.Anlatım: Yönetmenliğini Güney Kürdistanlı Hiner Saleem’ın yaptığı Tatlı Biber Diyarım, İstanbul Film Festivali’nin ardından Ankara Film Festivali’nde de seyirciyle buluştu. “Bir Kürd Westerni” olarak anılan film, konusuyla olduğu kadar bölgenin coğrafi ve politik arka planını merak edenler için de ilgi çekici pek çok tını barındırması bakımından da beklentileri karşılamayı başarıyor.
Filmin açılış sekansında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nce idam cezasına çarptırılmış ilk mahkum olma özelliğini taşıyan kişinin cezasının “amatörce” infaz edilişine tanık oluyoruz. Böylece taze bir modern ulus-devlet biçimi örgütlenmeyi gerçekleştirerek kapitalist sisteme tam olarak eklemlenmeyi amaç edinen Bölgesel Yönetim, bir vatandaşının hayatına bütün meşru otoritesini kullanarak büyük bir heyecan ile son vererek bir devletin en iyi bildiği eylemi, öldürme eylemini ilk kez kendi yasalarıyla belirlediği biçimde uygulamış oluyor. Devleti temsilen infazda bulunan ama Hakim-Molla-Doktor kutsal üçlüsünün aksine olan biteni heyecan değil dehşet dolu gözlerle izleyen eski bir peşmerge olan polis memuru Baran ise infazın ardından, devletinin özgürlükler aleyhine attığı adımlara tepki olarak görevinden istifa eder. Fakat 15 yaşından beri Saddam rejimine karşı Kürdistan halklarının özgürlüğü için savaşan Baran, çok geçmeden başka bir işte faydalı olamayacağını anlayarak devletin “özgürlük” umutlarını “henüz” tam anlamıyla fethetmediği bir bölgeye tayin olma şartıyla polisliğe geri dönecektir. Fakat Baran’in, kapitalizmin insanı her bir yanından görünmez zincirlere boğan ve bir başına mücadele edilmesi imkansız olan karmaşık yapısından kaçarken, feodal bağların son derece güçlü olduğu ve yerel halkın sömürüsünün Aziz Ağa isimli bir aşiret ağası tarafından sistematikleştirilerek örf ve adet kisvesiyle gerçekleştirildiği bir sınır köyüne geldiğini fark etmesi uzun sürmeyecektir. Öte yandan Baran’ın dışında yine onun gibi özgürlük için mücadele eden Gorend isimli bir kadın öğretmen de köy okulunda görevlendirilir. Yerel halka dilediğince ve çok çeşitli biçimlerde zulmeden Aziz Ağa ise statükonun kendi aleyhine değişiminin habercisi olan bu iki idealist gençten kurtulabilmek adına pek çok erdemsiz yol arayacaktır. Aziz Ağa’nın bu savaşı yalnızca yeni ile eskinin veya doğu ile batının veya kapitalizmle feodalizmin savaşı değildir. Aziz Ağa’nın savaşı bir erk ve erkeklik savaşı; kadın düşmanlığının ve kadın bedeni üzerinde tecavüzcü erkek zihniyetinin kurduğu tahakkümün devamının savaşıdır. Dolayısıyla Aziz Ağa ile girişilecek olan bir mücadele, cinsel devrimin gerçekleşmediği ve gerçekleşmesinin hafife alınamayacak bir mücadele gerektirdiği topraklarda, neredeyse her erkeğin zımni kabulunun olduğu bir erkeklik sözleşmesinin fesih edilmesi için verilen bir kadın mücadelesi anlamına gelecektir. Baran da peşmerge kimliği ile uğruna savaştığı, insanın toplumsal veya cinsel kimliğe bakılmaksızın tamamen özgür olduğu bir Kürdistan hayalini, devletin muhafazakarlaştıran ve statükoya esir eden biçimlerinden korunarak kaybetmemeyi başaracak ve Aziz Ağa’ya karşı gerçekleştirilen mücadelenin tüm imkanlarıyla bir parçası olacaktır.

Aziz Ağa ve aşiretinin, köyde kendi iktidarlarını zedeleyen Baran ve Gorend’in yanında dağdaki kadın gerillaları da kendi düzenine tehdit olarak görmesi tam olarak bu yüzdendir. Bu kadınlar üzerinde ahlak, adet ve töre kisveleriyle tahakküm kurmayı başaramayan Aziz Ağa ve aşireti, onların özgürlükçü fikirlerini ve bedenleri üzerinde dilediklerince söz sahibi olamamayı hazmedemeyecekler ve kurdukları hain bir pusuyla bir kadın gerillayı katledeceklerdir. Fakat bu durum, kadın gerillalar ve onların devrimci mücadeleleri için değil ama aşiretin kendisi, şiddet dolu eril yapısı ve feodalizmin anti-devrimci karakteri için sonun başlangıcı olan bir süreci başlatmış olacaktır. Zira kadın gerillalar erkeklikle mücadelelerindeki en önemli şiar olan “Erkekliği Öldüreceğiz” şiarını en somut anlamıyla gerçekleştirmeyi başaracaklardır.


Filmin ağırlığı ise henüz üzerimden kalkmış gibi değil. Son sahnede umut ve aşk dolu arka planına yerleştirilmiş uçsuz bucaksız dağlarda yanlız ve bir başına mücadelesine devam eden kayın ağacınının kurak ama kendinden emin mutluluğuyla karşılaşıyorum. Sonra, istemsizce “Kadınlar, kadınlar, dağlara doğru” şarkısını mırıldanırken buluveriyorum kendimi. Öte yandan heybetli gövdesiyle bir diyalog kurma çabasına girişiyorum. “En az yüz yıldır yaşıyorsun ama kimseyi öldürmedin; kimseyi sömürmedin, şu üstünde yeşerdiğin toprağı bile mülkün bellemedin.” diyorum. Çünkü diyor “Yaşıyorum ben; iktidar nedir bilmeden.” -Bir ağırlık çöküyor omuzlarıma; susuyorum…


Sonuç olarak cinsel devrimin gerçekleşmediği ve kadınların özgürleşmediği hiçbir mücadelenin mutlak bir özgürlükle sonuçlanmayacağını bize olabilecek en keyifli biçimiyle anlatan film, Kürdistan Sineması’nın önemli yapıtlarından biri olmayı başaracak potansiyele sahip görünüyor.



                                          Filmi İzlemek İçin Tıklayın

The Wind Will Carry Us – Rüzgar Bizi Götürecek Filmi

  • The Wind Will Carry Us - Rüzgâr Bizi Sürükleyecek Filmi

küçücük gecemde benim,
ne yazık rüzgârın yapraklarla buluşması var 
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var 
dinle 
karanlığın esintisini duyuyor musun? 
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa 
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun 
dinle 
karanlığın esintisini duyuyor musun? 
şimdi bir şeyler geçiyor geceden 
ay kızıldır ve allak bullak 
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda 
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali 
yağış anını bekliyorlar 
bir an 
ve sonrasında hiç. 
bu pencerenin arkasında gece titremede 
ve yeryüzü giderek durmada 
bu pencerenin arkasında bir bilinmez 
seni ve beni merak ediyor 
ey baştan aşağı yeşil! 
yakıcı anılar gibi ellerini, 
bırak benim aşık ellerime 
ve dudaklarını 
varlığın sıcak duygusunu benim sevdalı dudaklarımın okşayışına 
bırak rüzgâr bizi sürükleyecek 
rüzgâr bizi sürükleyecek. 
Füruğ Ferruhzad – Rüzgar Bizi Sürükleyecek

The Wind Will Carry Us; yukarıdaki dizelerin sahibi İranlı şair ve yönetmen Füruğ Ferruhzad’ın Rüzgar Bizi Sürükleyecek başlıklı şiiriyle aynı ismi taşıyan, 1999 yapımı bir Abbas Kiarostami filmi. Yaşam ve ölümün bir aradalığını şiirsel bir saflıkla aktaran The Wind Will Carry Us; İran Yeni Dalga Sineması’nın sembolik anlatım yapısının en bariz biçimde görülebileceği filmlerden biri. Fakat filme geçmeden önce Abbas Kiarostami’ye ve sinemasına etki eden faktörlere bir göz atmak gerekir.

İran Sineması’nda 1969 yılında Dariush Mehrjui’nin Gav (İnek) isimli filmiyle başlayan İran Yeni Dalga akımı; şiirsel bir sinema dili ve sembolik bir anlatımla, siyasi ve felsefi yönleri daha baskın olan sanat filmlerini ifade eder. İran Yeni Dalgası’nın ortaya çıkmasını ve yükselmesini sağlayan dönemin politik ve kültürel hareketleriydi. Özellikle 1953 yılında yaşanan siyasi darbenin ardından edebiyat ve en çok da şiir alanında hakim olan romantik hava 1960’lı yıllarda doruğa ulaşarak İran şiiri için bir dönüm noktası teşkil eder. Semboller ve metaforik anlatımlarla güçlenen İran şiirini kendine örnek alan İran Yeni Dalga Sineması uluslararası arenada da kendine önemli bir konum sağlar. Bu sebeple İran Yeni Dalgası’nı şiirsel anlatım biçimi ve sembollerden ayrı düşünmemek gerekir. Bu akımın öncü yönetmenleri arasında yer alan Füruğ Ferruhzad, Sohrab Şahit Sales, Behram Beyzayi ve Perviz Kimyavi; günümüzde etkinliğini halen sürdüren İran Yeni Dalgası’nın en önemli yönetmenlerinden Abbas Kiarostami, Jafar Panahi, Mohsen Makhmalbaf, Bahman Ghobadi ve Asghar Farhadi üzerinde etkileri yoğun biçimde hissedilen isimlerdir.

İçimize umut tohumları eken bir yönetmen
1970 yılından bu yana yapmış olduğu filmlerle İran Sineması’nın uluslararası alanda tanınmasını ve kabul görmesini sağlayan en önemli isim, hiç şüphesiz Abbas Kiarostami’dir. Eserlerinde hem mahalli hem de evrensel bir dil kullanmayı başarmış bir sinemacı olan Kiarostami birçok sinema eleştirmeni tarafından yaşayan en başarılı film yönetmenlerinden biri olarak ilan edilmiştir. Genelde sıradan insanların sıradan hikayelerini anlatmayı seçen Kiarostami bu doğallığı umut tohumları yeşertmek adına kullanır. Bu noktada Fransız yönetmen Jean Luc Godard ile ilişkilendirilen Kiarostami; Godard’ın anlamını yitirmiş, sahte bir hayatın aldatıcılığını yansıtmak ve sonunda hiçbir umudun var olmadığını belirtmek için kullandığı sözsel ve görsel imgelerini tersine çevirerek Doğu’nun bitmek tükenmek bilmez mücadele geleneği ile birleştirir. Kiarostami’nin hiçlik duygusu uyandıran imgelerinin Godard’ın imgelerinden farkı; sonunda bir umut ışığına bağlanmasıdır. Filmlerinde hakikati arama kaygısı güttüğünü dile getiren Kiarostami, mutlu yaşamın var olduğunun kanıtlarını aramakta ve insan dediğimiz varlığın henüz ölmediğine dair içimize umut tohumları serpmektedir. Bu meseleyi, hemen her filminde çocuk kahramanlar kullanarak ve hem diyaloglarında hem de film isimlerinde ve temalarında İran şiirinden – özellikle Ömer Hayyam ve Füruğ Ferruhzad- faydalanarak ortaya koyması da dikkat çekicidir.

Şiir sinema ile buluşunca…

Abbas Kiarostami’nin, 1990 yılında İran’ın Köker köyünde yaşanan ve çok sayıda kişinin hayatını yitirmesine sebep olan büyük depremin ardından çektiği ve sinema eleştirmenleri tarafından Köker Üçlemesi olarak adlandırılan (Kiarostami’nin hiçbir zaman üçleme olarak kabul etmediğini de not düşelim.) filmleri Arkadaşımın Evi Nerede? (1987), Ve Yaşam Sürüyor (1992) ve Zeytin Ağaçları Altında (1994); yaşam ve ölüm temalarının birbiri içine geçtiği ve Kiarostami Sineması’nın ana meselelerini ortaya koyan ilk örneklerdir. 1997 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüyle taçlandırılan filmi Kirazın Tadı ise yaşamın ve yaşamanın değerini sorgulatan yapısıyla Kiarostami Sineması’nın mihenk taşlarından biri haline gelir.
Araba içi diyalog sahnelerinin çok yoğun olduğu, kırsal bir bölgede geçen ve yine küçük bir çocuğa yüklenen umut vurgusuyla perçinlenen The Wind Will Carry Us – Rüzgar Bizi Sürükleyecek; geleneksel ve ritüel olan ile modern arasında yaşanan çatışmayı ve kentli ile köylü bakış açılarındaki farklılığı ortaya koyan yapısıyla dikkatleri üzerine çeker. Kiarostami’ye Venedik Film Festivali’nde Büyük Jüri Özel Ödülü kazandıran The Wind Will Carry Us; Füruğ Ferruhzad ve Ömer Hayyam’ın yaşam ve ölüme dair şiirlerinden de yoğun biçimde beslenir. İran Yeni Dalgası’nın ve Kiarostami Sineması’nın vazgeçilmez unsurlarından biri olan sembolik anlatım, The Wind Will Carry Us’ı şiirsel sinemanın doruk noktalarından biri haline getirir. 

Rüzgar bizi sürüklüyor. Peki ama nereye?
Henüz filmin en başında geçen diyalogun içindeki tünel sembolüyle karanlık ve aydınlığı birbiri içine geçiren Kiarostami, tüm film boyunca karanlığı ışık ile besleyerek yaşama doğru bir yolculuğa çıkmamıza sebep oluyor. Ayrı ayrı her sahnesinden türlü anlamlar çıkarabileceğimiz The Wind Will Carry Us, filmin geneline yayılan ve sürekli tekrarlanan sembollerle birlikte düşünülerek değerlendirilmesi gereken bir film. Bu sebeple filmin tek bir konusu olduğunu söylemek pek mümkün değil. İran’da bir Kürt köyüne gelen Behzad ve meslektaşları yatalak bir kadının ölümünü beklemek ve bu ölümün ardından gerçekleşecek olan ağıt ritüelini görüntülemek amacıyla bu köye geliyorlar. Esasında gazeteci olan Behzad ve meslektaşlarının (Onları film boyunca hiç görmüyoruz, fakat konuşmalarına şahit oluyoruz.) gerçek mesleğini bilmeyen ve onları mühendis olarak nitelendiren köy sakinleri, Behzad’ı ve meslektaşlarını büyük bir hoşgörü ve misafirperverlikle ağırlıyor. Kiarostami’nin film boyunca kurduğu beklentilerin dışında gelişen olaylar; ölümü beklediğimiz ve hiçbir şeyin değişmediğini düşündüğümüz yaşantılarımızda aslında beklenenlerin dışında ne çok şeyin gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
Sembolik ve şiirsel anlatıma yön veren ve sürekli tekrarlanan imgeler The Wind Will Carry Us’ın taşıyıcı unsurları olarak dikkat çekiyor. Yuvarlanan elma, yuvarlanan futbol topu, filmin başındaki tünel diyalogu ile anlam kazanan bir tepede derin bir tünel kazmaya çalışan Yusuf karakteri, Behzad’ın sürekli bir taze süt arayışı, aradığı sütü karanlık bir bodrumda buluşu, iletişim kurabilmek adına Behzad’ın sürekli tepeye çıkmak zorunda kalışı, Behzad’ın meslektaşlarının sürekli çilek yemeğe gitmeleri, Eski Mısır’da yeniden doğuşu simgeleyen bir bok böceği ve yuvarladığı nesne, küçük Farzad’ın sürekli derslerine çalışma hali ve ters çevrilen bir kaplumbağa bu sembolik anlatımın hem sürekli tekrarlanan hem de yoğun şiirsel bir anlatım içeren güçlü unsurları olarak önem arz ediyor. Aynı şekilde diyalogların içinde de kendine yer bulan bu şiirsel anlatım sürekli bir arayışın, bir umut isteğinin ve yeniden doğuşun ince ince işlendiği bir başyapıta dönüşüyor.
The Wind Will Carry Us; Füruğ’un dizeleriyle birlikte okunduğunda engin anlamlara açılan bir kapı, kamerayla yazılmış bir şiir, karanlığın içindeki aydınlığı aydınlığın içindeki karanlıkla besleyen bir masal. Kısacası; rüzgar bizi sürüklüyor. Peki ama nereye?

Yönetmen: Abbas Kiarostami
Senaryo: Abbas Kiarostami
Yapımcı:Abbas Kiyarüstemi
Ülke: İran, Fransa
Tür: Dram
İMDb:8.3
Vizyon Tarihi:06 Eylül 1999 (İtalya)
Dil: Farsça
Müzik: Peyman Yazdanian
Çekim Yeri: Siah Dareh, İran
Nam-ı Diğer: The Wind Will Carry Us
Yapımı:1999 - İran , Fransa
Süre:118 Dak.
Oyuncular:Bahman Ghobadi , Behzad Dorani , Noghre Asadi , Roushan Karam Elmi , Shahpour Ghobadi, Siyahdere köyü sakinleri
Ödülleri: 1999 Venedik Jüri Büyük Ödülü, FIPRESCI Ödülü, “CinemAvvenire” Genç Jüri Ödülü 1999 Montreal Halkın Seçimi

Filmden: Behzad - Şimdiye kadar kahveci bir kadın da görmemiştim. 
Taçdevlet - Sen gökten mi düştün? Behzad - Efendim? 
Taçdevlet - Sen gökten mi düştün diyorum.Babanın önüne çayı kim koyuyor? 
Behzad - Annem tabii ki.. 
Taçdevlet - O halde neden, şimdiye kadar kahveci kadın görmedim, diyorsun..Bütün kadınlar bir tür kahveci sayılır işte. üç iş birden yaparlar.Gündüzleri işçidirler , akşamları kahveci , geceleri ikisi birden.


                                                               Filmi İzlemek İçin Tıklayın

8 Ocak 2017 Pazar

Meş - Yürüyüş Filmi

  • Meş - Yürüyüş Filmi 

“Hikâye, tüm ülkeyi kasıp kavuran 12 Eylül 1980 darbesinin günler öncesi ve hemen sonrasının yansımalarının yaşandığı Mardin’in Nusaybin İlçesi’nde geçer. Darbe zaman zaman fonda hissedilirken, bazen de hayatın tam orta yerinde patlamaktadırCengo ile birlikte kalabalık bir grup çocukla tanışıp arkadaş olan Xelilo, kısa bir süre için de olsa, dışlandığı, öfkelendiği, önemsenmediği dünyadan uzaklaşır Xelilo’nun arkadaşlarının kimi babasız kalır, kiminin ailesi ilçeyi terk eder, kiminin yakınları gözaltına alınıp bilinmeyen yerlere götürülür. Xelilo, ağzında rast gele birilerinden aldığı sigarası ile sessiz protestosunu sürdürmektedir..” 

YÖNETMEN:Shiar Abdi
SENARYO:Abdulselam Kilgi, Shiar Abdi
FILM YILI:2011
IMDB:7,8
FILM TÜRÜ:Dram
FILM DILI:Kürtçe
OYUNCULAR:Abdullah Ado, Aydın Orak, Brader Musiki, Nujîyan Kılgı, Abbülselam Kılgı, Mehmet Avsar, Talat Ekinci, Serhat Ertuna, Abdulselam Kilgi
ÜLKE:Türkiye
SÜRESI:87 dk
                                                             
                                   
                                                          Filmi İzlemek İçin Tıklayın

7 Ocak 2017 Cumartesi

Rêwitiya Ber Bi Rojê Ve - Journey to the Sun - Güneşe Yolculuk Filmi

  • Rêwitiya Ber Bi Rojê Ve - Journey to the Sun - Güneşe Yolculuk Filmi 

1.Anlatım: “Güneşe Yolculuk”, naif bir gencin 90’lar Türkiye’sinin gerçeklerinin farkına varma sürecinin yanı sıra dostluğun ve cesaretin de hikâyesini anlatıyor. Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen iki gencin, Mehmet ve Berzan’ın yolları İstanbul’da kesişir. Haksız yere tutuklanması ve daha sonra başına gelenler Mehmet’in Berzan’a olan bağlılığını pekiştirir ve bütün ülkeyi katederek, ölen dostunun cenazesini, artık Berzan’ın var olmayan, sular altında kalan köyüne, sonunda büyük bir olgunlaşma yaşayacağı bir yolculuğa götürür. Doğu’ya, güneşe yolculuğa…

YÖNETMEN GÖRÜŞÜ
“Güneşe Yolculuk”, bir transformasyon hikâyesi; sadece uzağımızdakine değil, yanıbaşımızda olan bitene karşı bile görmezlikten gelme halini sorgulayan bir dostluk filmi. Tireli Mehmet’in, Zorduçlu Berzan’ın hayatının realitesini uzun ve sancılı bir yolculukla kavrayışının ve sonunda naif bir gençten, olgun bir adama dönüşmesinin hikâyesi… Film, gerçek mekanlarda ve amatör oyuncularla çekilmiştir.–Yeşim Ustaoğlu
2.Anlatım: Güneşe Yolculuk, saf bir gencin günümüz Türkiye'sinin gerçeklerinden haberdar biri haline dönüşmesinin, dostluğun ve cesaretin öyküsüdür. Türkiye'nin iki ucundan iki genç- Batı'dan gelen Mehmet ve Doğu'dan gelen Berzan İstanbul'un alt tabakayaşamının içinde ayakta kalmaya çalışırken tanışırlar. Gün geçtikçe birbirine bağlanırlar. Şehre yeni gelmiş olan Mehmet, seyyar arabasında müzik kasetleri satan Berzan ile arkadaş olur. Mehmet, Tire'li olmasına rağmen koyu teni nedeniyle herkestarafından doğulu sanılmaktadır. Mehmet, Berzan'a bir çamaşırhanede çalışmakta olan Arzu ile ilgili gelecek hayallerini, Berzan ise ona günün birinde Irak sınırındaki köyü Zarduç'daki sevgilisine geri dönme arzusunu anlatırlar. Mehmet'in bir gece eve dönerken bindiği minibüs durdurulur. Polis kimlik kontrolü yapar...
YÖNETMEN:Yesim Ustaoglu
SENARYO:Yesim Ustaoglu
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: Jacek Petrycki
FILM YILI:1999
IMDB:7,1
FILM TÜRÜ:Dram
FILM DILI:Türkçe, Kürtçe
ÜLKE:Türkiye, Hollanda, Almanya
SÜRESI:104 dk
Müzik:Vlatko Stefanovski
Çıkış Tarihi: 3 Mart 2000 (Türkiye)
Oyuncular: 
Nazmi Kırık - Berzan
Nevruz Baz - Mehmet
Mizgin Kapazan - Arzu
Ara Güler - Süleyman Bey
Lucia Marano, Ercüment Balakoğlu, İsmail Yıldız 

Ödüller:

  • 1999 Ankara Uluslararası Film Festivali, "En İyi Film" Ödülü
  • 1999 Ankara Uluslararası Film Festivali, "En İyi Yönetmen" Ödülü, Yeşim Ustaoğlu
  • 1999 Ankara Uluslararası Film Festivali, "En İyi Senaryo" Ödülü, Yeşim Ustaoğlu
  • 1999 Berlin Uluslararası Film Festivali, "Mavi Melek" Ödülü
  • 1999 Berlin Uluslararası Film Festivali, "Barış Filmi" Ödülü 
  • 1999 Berlin Uluslararası Film Festivali, "Altın Ayı" Ödülü adaylığı
  • 1999 Manaki Kardeşler Uluslararası Film Festivali, "Altın Kamera 300" Ödülü, Jacek Petrycki
  • 1999 Avrupa Film Ödülleri, "En İyi Görüntü Yönetmeni" Ödülü adaylığı, Jacek Petrycki
  • 1999 Festróia - Tróia Uluslararası Film Festivali, "Jüri Özel Ödülü"
  • 1999 Festróia - Tróia Uluslararası Film Festivali, "OCIC Ödülü"
  • 1999 Festróia - Tróia Uluslararası Film Festivali, "Altın Yunus" Ödülü adaylığı
  • 1999 Flanders Uluslararası Film Festivali, "Grand Prix" Ödülü adaylığı
  • 1999 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "En İyi Yerli Yönetmen" Ödülü, Yeşim Ustaoğlu
  • 1999 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "En İyi Yerli Film" Ödülü
  • 1999 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "FIPRESCI Ödülü"
  • 1999 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "Halk Ödülü"
  • 1999 Kudüs Film Festivali, "Barış Ödülü"
  • 1999 São Paulo Uluslararası Film Festivali, "Uluslararası Jüri Ödülü"
  • 1999 Valladolid Uluslararası Film Festivali, "Jüri Özel Ödülü"
  • 1999 Valladolid Uluslararası Film Festivali, "Altın Çubuk" Ödülü adaylığı
  • 2002 ABD Siyasi Film Topluluğu, "Barış Ödülü" adaylığı

Siyabend û Xecê Filmi

  • Siyabend û Xecê Filmi 

Yönetmenliğini Şahin Gök'ün Senaryosunu da Hüseyin Erdem'in yaptığı 1991 yapımı filimdir.
Oyuncular arasında Tarık Akan, Yılmaz Erdoğan, Menderes Samancılar,Mine Çayıroğlu , Kazım Kartal gibi bilinen oyuncularda vardır.

Kürt Romeo ve Juliet’i SİYABEND Ü XECE 

1991’de daha Güneydoğu’da devlet terör ve OHAL bütün şiddetiyle sürerken, Van-Çatak’ta bir aşk filmi çekildi: Siyabend ü Xece/Siyabent ile Hatice. Başrollerinde Tarık Akan ve Mine Çayıroğlu’nun oynadığı filmin yapımcısı Senar Turgut çekimin son haftasında gözaltına alındı. Film ekibi dağıldı. Fakat ekipten iki kişi oyuncuların bile görmediği filmin negatiflerini Almanya’ya kaçırdı. O zaman kaçırılan film demokratik açılımdan aldığı cesaretle, 20 yıl sonra tekrar Türkiye’de. Ocak sonunda yapılacak galadan sonra İstanbul, Diyarbakır ve Van’daki sinemalarda.
Yapımcı Senar Turgut aşk destanı olan Siyabend ü Xece’yi (Siyabend ile Hace-Hatice) yapmaya karar verdiği 1991’de, değil Kürtçe film yapmak, Kürtlerden söz etmek bile çok tehlikeliydi. Filmin konusu, yüzlerce yıl öncesinde geçtiği için betonun, elektrik direklerinin görünmediği bir yerde, Van’ın Çatak ilçesi yakınlarında çekilecekti. Kültür Bakanlığı’ndan izin alındı. Çatak’ın dağ köyü Heşet’te figüranlarla birlikte 200 kişilik filmin seti kuruldu, oyuncular için Van’da otel kiralandı. Filmin bütçesi, o yıllar için oldukça büyüktü: 500 milyar lira. Başlarken niyetleri, filmi Kürtçe çekmek; Türkçe, İngilizce ve Almanca altyazıyla gösterime sunmaktı. Ancak karşılaştıkları baskılar karşısında Türkçe çekip Kürtçe dublaja karar verdiler.
Çekimler başladı, çekimlerle birlikte Özel Harekât timleri ve sivil polis ziyaretleri de. Bıkmadan her gün gelip “Ne yapıyorsunuz?” diye sordular. Sabah ve akşamları ekibin Van’daki otele gidiş gelişlerinde zorluklar çıkmaya başladı. Kontrol noktalarında bekletildiler, refakatsiz gidemeyecekleri söylendi. Senar Turgut, “Sürekli taciz edildik. Bazen de tek tek oyuncularla konuşarak seti bırakıp dönmelerini telkin ettiler” diyor.
                     
                                                             Filmi İzlemek İçin Tıklayın

Children Of Heaven - Cennetin Çocukları Filmi

  • Children Of Heaven - Cennetin Çocukları Filmi

Cennetin Çocukları adlı filmin senaryosunu yazıp ve yöneten isim “Rang-e Khoda”, “Baran” ve “Avaze Gonjeshk-ha” filmlerinden tanıdığımız İran'lı sinemacı Majid Majidi olmuştur. 1997 İran yapımı olan Bacheha-Ye Asamen adlı eser 1998 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü'ne aday gösterilip bu ödüle aday gösterilen ilk İran filmi olarak tarihe geçmiştir. Bu ödülü elde edemeyen Children Of Heaven adlı eser diğer etkinliklerden toplamda 13 değerli ödül elde edip tüm ekibin göğsünü kabartmıştır. Dram türünde Cennetin Çocukları adlı film konusu itibarıyla yoksul bir aileye sahip iki kardeşin çekmiş olduğu zorlukları ele alıp bizlerin ne kadar şanslı insanlar olduğumuzu belirtmeye çalışıyor. Bu mükemmel filmi sizlere tavsiye edip birazda diğer detaylara değinelim.


Bütçesi 180 000 dolar olan Bacheha-Ye Asamen adlı film gişede ise 1 623 000 dolar hasılat elde etmiştir. Bu mütjiş filmin yapımcılık görevini Amir Esfandiari ve Muhammed Esfandiari üstlenmiştir. 1 saat 29 dakika süresi olan Children Of Heaven isimli filmin dokunaklı müziklerine el atan isim Keivan Jahanshani olmuştur. IMDb puanı 8,5 olan Bacheha-Ye Asamen adlı eserde şu isimler Mohammad Amir Naji (Ali's Father), Amir Farrokh Hashemian (Ali), Bahare Seddigi (Zahra), Nafise Jafar-Mohammadi (Roya), Fareshte Sarabandi (Ali's Mother) ve Kamal Mirkarimi (Assistant) rol almıştır.
                                              



                            
                                                                 Filmi İzlemek İçin Tıklayın

6 Ocak 2017 Cuma

KANİYA LÎÇO - BATAKLIK FİLMİ

  • KANİYA LÎÇO - BATAKLIK FİLMİ 


1.Anlatım Türkçe: Film ,şırnak'ın ıraka sınır olan bir köyünde Rakip'in dramasını anlatiyor. Onbeş yaşlarında olan Rakip,evin geçim kaynağını sağlamak için ve hasta olan ninesinin tedavi parasını çıkartabilmek için kaçakçılık yapmaya başlamıştır. Kaçakçılık yapan bir çok kürt çocuğu gibi o da çatışmada vurularak ölüyor. Arkasından sevgilisini ve yaşlı çaresiz ninesini bırakiyor... 

Senarist-Yönetmen: Sinan Yıldız
Yard.Yönetmen: Aydın Bayram
OYUNCULAR: Reqip Yıldız & Jînda Bayram & Hûrê Şenses & Orhan Yıldız Sadun Sezer-Müşerref Artuç-Mesud Artuç- Mahmut Sidar 


2.Anlatım Kürtçeçe:
Fîlm li gundekî Şirnex, qala jiyana Raqîp dike.Emrê Reqip pazdeh saliye , Ji ber ku debara malê li ser pişta Raqîp e û dayika wî jî nexweş e, neçar dimîne û dest bi karê qaçaxtiyê dike. Di karê qaçaxtiyê de wekî gelek kurdan, ew jî bi guleya leşkeran jiyana xwe ji dest dide. Paş xwe ve destgirtiya xweya delal u dayika xwe ya neçar dimîni


                                                                    
                                     
                                                          Filmi İzlemek İçin Tıklayın

Welatê Berfê - Vinterland - Kış Ülkesi Filmi

  • Welatê Berfê - Vinterland - Kış Ülkesi Filmi

1.Anlatım: Norveç'te soğuk ve karlı bir iklimde geçen dramatik komik bir aşk öyküsünü anlatıyor bize Kürt Yönetmen Hisham Zaman. .... Mülteci duyguları en iyi hissettiren Bawke filminin yapımcısı bu kez Kış Ülkesi ile hoş dakikalar yaşatmayı başarıyor sinema severlere. 1975 doğumlu genç yönetmen Hisham Zaman, Kış Ülkesi ile film boyunca sinema severlerin yüzünde tebessümün eksik olmayacağı bir komedi-dram aşk hikayesini, günümüz sanal aşkların belkide bir kürt versiyonu olarak kurgulamış. Filmin konusuna gelince; Filmin kahramanı Güney Kürdistan'lı Renas Norveç'te yaşayan bir mültecidir.Kürdistan'lı bir kızla evlenmek istemektedir. Aşık olduğu Firmesk, evlilik için Norveç'e geldiğinde, olaylar beklendiği gitmez. Acaba Renas sadece fotoğrafını gördüğü bu kıza aşık olabilecek mi?

Peki ya, fotoğrafta gördüğü kız ile gerçek arasında büyük bir fark varsa ne olacak? Tam da burada eğlenceli ve hoş dakikalar izleyiciyi buluyor. Eğer Kürt halkının tarihindeki tüm yasaklar ve acılara rağmen, biraz da neşelenmek için bir film arıyorsanız, bu film izlenmeli diyoruz.


2.Anlatım: Renas, Norveç'in ücra ve karlarla kaplı bir köşesinde, halinden hiç şikayeti olmadan yaşayıp giden bir Kürt mültecidir. Tek eksiği bir eştir. Irak'taki ailesi onun için Fermesk adında bir kız bulur ve Renas, damat olarak katılmadığı Irak'taki bir nikah töreniyle bu kızla evlendirilir. Renas hiç görüşmediği, tanışmadığı bu kıza fotoğrafları üzerinden aşık olur ve sürekli onun hayalini kurar. Fakat nihayet Fermesk Norveç'e geldiğinde, daha ilk anda bu garip evlilik çatırdar. Renas, sadece fotoğraflarıyla ilişki kurduğu kadının gerçek halini görünce yıkılır. Fermesk içinse, ne kocası ne de bu yeni ülke beklediği gibidir. Diğer yandan bu ilişkiye ta Irak’tan müdahil olan aileler de durumu iyice zorlaştırır. Renas bu durumla baş etmeye çalışırken, yeni bir ülkeye ayak uydurmakla başka bir erkeklik biçimine uyum sağlamak iç içe geçer.
Norveçli Kürt yönetmen Hişam Zaman'ın ödüle doymayan ve Kürt sineması açısından yeni bir anlama biçimi yaratan filmi Welatê Berfê, sınırlar arasında sıkışmış insanlık hallerini ince ince işliyor. Norveç'te karla kaplı bir yerde yaşayan Rênas, telefon üzerinden katıldığı kendi düğünüyle çocukken gördüğü ve fotoğraflarından baktığı bir kızla evlendirilir. Norveç'e gönderilen gelinin beklediği zengin hayat ve damadın beklediği güzel kız hiç olmayacak şekilde kesişirler. Yönetmenin kamera kullanımının ustalığı ve vurucu hikayesiyle Welatê Berfê, mutlaka izlenmeli.

Yönetmen: Hisham Zaman
Senaryo: Hisham Zaman
Oyuncular: Cast Raouf Sarag, Shler Rahnoma, Kawa Gilli, Alibag Salimi
Yapım yılı: 2007
Ülke: Norveç
Süre: 52dk
Dili:  Kürtçe, Norveççe


3.Anlatım Kürtçe:Rênas penaberekî Kurd e ku li bakurê Norwecê li cihekî pir dûr dijî û pir bas hînî jiyana wan deran bûye. Ji bilî jinekê, xwedî her tist e ku dixwaze. Bi qasidiya merivên xwe yên li Îraqê, jinek dihêne bi navê Firmêsk. Lê dema bûk dihê Norwecê zewaca wan bi dijwarî dest pê dike. Ne welat ne jî mêrê wê wekî ku ew li bendê ye. Û gelo guncan e ku Rênas ji jinekekê hez bike ku bi tenê di wêneyan de dîtibe?

                                           



                                                               Filmi izlemek için tıklayın

Sî û Ba - Gölge ve Rüzgar Filmi

  •  Sî û Ba - Gölge ve Rüzgar Filmi



Yalnızca bir ağacı bulunan taşlık araziye sahip köyde, çocukların oyun alanları sadece bu ağacın gölgesidir. Ağaca salıncak kurmuş, gölgesinde de çamurdan oyuncaklar yapan çocuklardan birisi, annesi tarafından eline ekmek çıkını verilerek köyün dışında bir yerlere gönderilir. Ve orada kötü bir rüya görür... Arin İnan Arslan´ın ikinci kısa filmi olan ve geçtiğimiz günlerde kazandığı ödülle gündeme gelen Sî û Bâ - Gölge ve Rüzgar - adlı filmi, içerisinde barındırdığı birden fazla "kısa" ilklerle Kürt Sineması´nda öncü rolü oynayacak bir yönetmenin gölgesini yansıtıyor beyaz perdeye...
Filmi ilk izlediğimde söylediğim ilk cümle "bitmesin" olmuştu... Film hakkında yapılan yorumları okuduğumda Devrim Kılıç´ın da aynı cümleyi kullandığını gördüm. "´Keşke hiç bitmese´ diyor insan filmi izlerken. Bitmese de uykuya dalsam, sonra rüyalara, yaşamın ağırlığından kaçıp rüyalara sığınsam..."
Bir filmin bitmemesini neden ister insan? Sî û Bâ´nın bitmemesini neden istiyorduk… "Filmin bitmemesi rüyasında" dünyanın iki ucuna savrulmuş iki Kürt nasıl oldu da buluşmuştu… Sanırım bu soruların cevapları yönetmenin gerçek bir rüyayı, film karelerinde somutlaştırmış olmasından kaynaklanıyor. Filmi izlerken dikkatimi çeken birkaç noktadan birisiydi, sadece kadın, çocuk ve hayvanlar… Birde postallarıyla çamurdan adamları ezip geçen kişiler… İlk sembol buydu aslında… Filmde, genç kız ve erkekler ile "adamlar" yok… Yaşamın bütün yükü kadınların omuzlarında… Erkekler ve gençler bir yerlere gitmiş olmalı… Bu, bir anlamda bölgedeki durumu, Kürtlerin yaşadıklarını en net aktaran olgulardandı bence.. Çalışmaya, dağa ya da uzaklara gitmiş olmak… Kadın ve çocuklar ile hayvan ve postallardan oluşan bir dünya… Hiç de yabancısı olmadığımız, bölgenin şu anki halini aktaran en önemli unsurlardan, sembollerden birisi değil midir? Bir diğeri sembol diyalogun hiç olmaması… Film boyunca çocukların aralarında soru ve sorgusuz diyalogları belli belirsiz bir sahnede yer bulur kendisine… Ama onun dışında kocaman bir sessizlik var… Koyunlar, köpekler, kuşlar ve rüzgarın sesini duyarsınız... Konuşur, iletişim kurarlar ama insanların diyaloglarına rastlayamazsınız… Yönetmen diyaloglara "teknik" nedenlerle yer vermediğini söylemiş olsa da, filmde diyalog olmaması da yukarıda bahsettiğim gibi bölge gerçeklerini kanımca aktaran, bölgenin olgularından birisini "teknik eksiklik nedeniyle" beyaz perdeye taşınma başarısının göstergesidir… Siyah Beyaz çekilmiş olmasına rağmen film yine de bölge renkliliğini aktarmada da büyük bir başarı yakalıyor… Arin Arslan´ın sanatsal estetik anlayışı kendini gösteriyor… Çekim açılarıyla birlikte ışığı kullanmadaki ustalık Kürt insanının, özellikle kadınlarının renkli görsel zenginliğini olduğu gibi aktarma başarısını sağlıyor… Elbette ki çöl gibi bir dünyada çekilen, tek tük ağaçların olduğu bir köyde kameraya aktarılan "tablo gibi" çekim açıları filmi izlenir kılan en önemli unsurlardan. Burada, kadraj ve ayrıntı yakalamaktaki başarının yanında, yönetmenin belki "kısa film" olması kaygısıyla bu planları kısa kesmesi sanırım filmin eleştirilebilecek en önemli eksikliği… Seçilen bölümdeki hikaye bütün olarak aynı açıdan aktarılabilir olmasına rağmen, kısa kesilerek farklı açılara yönelinmiş. Elbette ki bu yönetmenin kendi tercihi ancak, çekimlerdeki başarıyı izleyicinin bir anlamda kursağında bırakıyor ve tam doyum sağlanmasını engelliyor. Kim bilir belki asıl başarı burada gizlidir… Her zaman için ulaşılamamak yada doyamamak insanları daha fazla kendisine çekmiştir… Şi u Ba´ya ilişkin olarak teknik anlamda söyleyebileceğim son iki nokta ise yönetmenin şaşırtan geçişleri ve oyunculuk başarısına dair… Arslan, bir filmde, bir çok konu ve hikayeyi bu gün var olan realiteyi tek karede aktarabilme başarısını göstermiş. Evin içerisinde oturan kadınlar ve bir ağlama sesi… Postalların ezdiği çamur adamlar, su birikintisine daldırılan beyaz naylon bidonlar, dökülen süt, -muhtemelen Erivan- radyodan dinlenen ve tüm köyü saran Kürtçe ezgi, ağacın altında çocuklar oynarken, kadraja girip çıkarak sallanan kız… Çocuk ve yaşlı kadınlar yılların sinema sanatçıları gibi oynadıkları rollerin hakkını tamamıyla teslim ediyorlar. Yoksa şunu mu söylemek daha doğru olur bilemiyorum… Filmde aslında oynamadılar. Yaşadılar ve Arslan onları filme aldı… Çünkü anlatılan onların hikayesiydi… Doğallıkları ve oyunculuk becerilerine mekansal doğal kültürel motifler de eklenince oyuncu mekan bütünlemesinde büyük başarı sağlanıyor… Başarı etmenlerini sayacaksak, mutlaka bunu da eklememiz gerekiyor… 15 dakikalık bir filmde aslında hiç de olamayacak kadar çok fazla yaşama dair ayrıntılar ve semboller buluyorsunuz… Filmi özel kılan nedenler de bütün bunların altında gizli… İnsanların yaşamlarında çözemedikleri sorunlarını, rüyalarında çözerek rahatladıklarını düşünüyorum… Bu biraz Freudcu yaklaşım belki, ama rüyalar ve hayaller, insanların bilinç altına attıkları, erteledikleri, öteledikleri, çözmedikleri yada çözemedikleri, kaçtıkları, kaçmak istedikleri olguların gelip kendisini bulması ve bununla hesaplaşmasıdır. Her bir görülen "rüya karesinin" görülme nedeni, bazen çok uzaklarda bırakılmış bir hatıradır, bazen de üzerine milyonlarca ton toprak yığılarak üstü kapatılmak istenmiş bir gerçeklik… Ama gerçek olunca, doğanın kuralları gereği ondan kaçışın imkanı yoktur. Arslan´ın filminde izlediğim her kare bir anlamda benim için "ardımda bıraktığım" bölgenin insan gerçekliğiydi. Sadece bir çocuk, bir kadın, köpek, koyun, postal yada ağaç olmaktan öte; her biri, bugün Kürt bölgesinde yaşayan milyonlarca yaşamı, bir rüya misali üzerine milyonlarca anlam yükleyerek izleyiciye aktarıyor… Bana göre Arin İnan Arslan´ın, "Gölge ve Rüzgar"inin başarısı bütün bu karelere, bütün bu anlamları yükleme ve bundan da izleyiciyi haberdar etmekte yatıyor. "Si u Ba´, kısa ama tek kelimeyle milyonlarca yaşamı içine sığdırmayı, izleyiciye aktarmayı başarmış başarılı bir Kürt filmi…


Yapım Tarihi: 2006
Süre:15-00
Formatı: MiniDv, Kürtçe, Sözsüz, Siyah-Beyaz
Yönetmen: Arin İnan ARSLAN
Senaryo: Arin İnan ARSLAN
Yapım Yönetmeni: Ruken SANSÜR
Görüntü Yönetmeni: Mehtap BAYER
Kurgu: Arin İnan ARSLAN
Ses: Arin İnan ARSLAN
Müzik: Mehmet ATLI
Asistanlar: Mediha İZGİ, Sinan YALVAÇ
Oyuncular: Zeliha IŞIK .... Nene Mediha İZGİ .... Anne Hamza SEVEN .... Çocuk Şevin SEVEN .... Kardeş



                                                                   Filmi İzlemek İçin Tıklayın

Pera Berbange - Arpeggio Ante Lucem Filmi

  • Pera Berbange - Arpeggio Ante Lucem Filmi 

1.Anlatım:Köylerin boşaltılmasıyla birlikte şehre yerleşmek zorunda kalmış insanlar etrafında dönmektedir.
Bışkov (Pantolon Düğmesi), evcil güvercinlerini çarşıda insanlara azad ettirerek geçimini sağlamaktadır. Akşam ev yolunda bir kaç genç Bışkov'u oturmakta oldukları harabeye çağırırlar. Harabede tanığı oldukları ve ardından nenesinin sözleri Bışkov'u bir yol ayrımına getirir: Pantolon düğmesi kopar. Arin İnan Arslan'ın Dersim'de çektiği filmde, evcil güvercinlerini çarşıda azat ettirerek geçimini sağlayan Bışkov'un ve köylerin boşaltılmasıyla birlikte kente yerleşmek zorunda kalan insanların hikayesi anlatılıyor.

2.Anlatım:Pera Berbânge’nin çoğu zaman karanlıkta kalan çocuk kahramanı Bişkov, evcilleştirdiği güvercinleri, inançlarının bir uzantısı olarak “özgür bırakmaları” için özellikle yaşlılara satarak, sonrasında küçük kardeşiyle güvercinleri toplayıp tekrar kafeslerine koyarak geçinmektedir. Bişkov gün içinde çalıştıktan sonra evine dönerken, önce evsiz bir grup tarafından yıkıntılar arasında bir sohbete çağrılır, daha sonra da evde ninesini dinler. Odun ateşi başında konuşan evsiz sarhoşların tüm doğallıklarıyla hem isyankâr hem de her şeyin farkında ve kabullenmiş halleri; yaşlı kadının kendi toprağından başka bir yerde rahat etmediğini anlatışındaki hüzün, filmin karanlık atmosferiyle uyum içindedir. Bir yandan özgürlüğü, gökyüzüne her uçuşlarından sonra tekrar kafeslere konulan güvercinleri, bir yandan da savaşın sürdüğü bir coğrafyada, boşaltılan köyler yüzünden yurtlarından edilen insanları görürüz. Arin İnan Arslan, sadece gözlem yapıyormuşçasına aktardığı bu dünyada özgür olmanın mümkün olmadığını anlatıyor bize. Özgürlüğü ve tutsaklığı neyin ve kimin belirlediğini sorguluyoruz ister istemez. Özgürlük gibi meşakkatli bir konuyu, lafı çok uzatmadan, doğallıktan uzaklaşmadan ve sembolik düzlemi koruyarak, böylesine anlamlı bir alegori üzerinden anlatma seçimi yüzünden, Pera Berbangê’nin hem kısa filmin doğası hem de sinema dilinin kullanım şekilleri açısından önemli ve anlamlı bir örnek teşkil ettiği söylenebilir. Ayrıca, çoğunluğu gece karanlığında geçen bu filmin zor sinematografisini, filmin atmosferi için bir artıya dönüştürmeyi başarabildiği için, Arin İnan Arslan’ın yanında görüntü yönetmeni Senem Tüzen’i de tebrik etmek gerekiyor.




3.Anlatım,Kürtçe: Fîlm serpêhatîya du xortan vedibêje, ku li bazarê kevokan difiroşin bawermendan. Bawermend kevokên ku dikirrin ji ber bawerîyên xwe yên olî serbest berdidin û paşê jî zarok wan digirin û dîsa dibin difiroşin.







Yapım:2010
Tür:Kısa Film,
Süre:15 dakika
Yönetmen:Arîn ınan Arslan
Oyuncular:Yoldaş Toy, Alican Pınar, Ana Rından, Mirza Metin, Erdal Ceviz,Alişan Önlü
Senaryo:Arîn ınan Arslan,
Yapımcı: Metin Çelik Dili:Kürtçe
Görüntü yönetmeni: Senem Tüzen
Sanat yönetmeni: Metin Çelik 

                                                               İzlemek İçin Tıklayın

Melekler Toprakta Ölür - Angels Die in the Soil Filmi

  • Melekler Toprakta Ölür - Angels Die in the Soil Film

1.Anlatım: İran- ırak savaşında hayatını kaybetmiş iranlı askerlerin kemiklerini satarak hasta babasına bakan ,bir gün evine dönerken ıraklı milislerin amerikalı bir askeri infaz etme eylemine tanık olan ve yaralı kurtulan askere yardım etmek isteyen ıraklı bir kürt kızının hikayesini anlatan film,aynı zamanda 10 yıl boyunca Bahman Ghobadi’nin asistanlığını yapmış olan yönetmen Babak Amini ‘nin başarılı bir çalışmasıdır. 2008 Uluslarası Palm Springs Kısa Filmler Festivalinde ‘Sınır Tanımayan Sinema’ bölümünün en iyi filmi seçilmiştir.



2.Anlatım: Kardeşinin doğumundan sonra kimyasal saldırı sonucu hayatını kaybeden ve baba tarafından evlerinin bahçesine gömülmüş bir anneleri olan Irak'lı kürt bir ailenin kızı etrafında dönen hikayede; öldürülen bir Amerikan askeri için :" Amerikalıların olduğu her yerde terör var ama ben ona neden yardım ettiğimi de bilmiyorum ,sadece onu kurtarmak istedim. ".... Ve daha sonra söz konusu askeri sağ olarak teslim ettiğinde verilebilecek para ödülü için de red anlamında : " babam bunu öğrenirse çok üzülür ve bana izin vermez " diyen bir kürt kızı....




Yönetmen:Babak Amini
Senaryo:Babak Amini
Müzik:Shahram Alimohammadi
Görüntü Yönetmeni:Meisam Riahl
Yapımcılar:Babak Amini
Vizyon Tarihi:24 Nisan 2008 (ABD)
Süre:30 dakika
Dil:Kürtçe
Orjinal Adı: ls Die in the Soil
IMDB:6,2
Oyuncular:Donya Ghobadi, Pedram Seyfuri
Ülke:Irak, iran



                                                               Filmi İzlemek İçin Tıklayın

Sürü Filmi

  • Sürü Filmi

1.Anlatım: Yılmaz Güney hapiste yazdığı bu filmde kendi gerçekçi üslubunu korumuştur. Bu filmde de diğer filmlerinde de olduğu gibi olayları yorumlamaktan ziyade olayları yaşayanların ağızından seyirciye izletmiştir. Sürü; bir aşireti, bir ikiliyi, bir sürüyü ve daha birçok şeyi anlatır. Aşiretler arası çatışmalar, kişiler arası hesaplaşmalar, insan-doğa, insan-insan, insan-toplum ilişkileri dramatik bir kuruluşun içine yerleştirilen malzemenin salt bir kısmını oluşturur. Filmin tümü ise temelde ekonomik zorlamalarla çağdışı kalmış bir toplumun, ezilen kişilerin ve doğan çatışmaların çok geniş bir panoramasını sergiliyordu.Sürü filmi bir ülkenin kültürel ve toplumsal eleştirel bir biçimde ve kolayca kavranabilen bir görüntüsünü sunuyor. Bir yanda kadınların sadece bir nesne gibi kullanıldığı, geleneklere bağlı pederşahi bir toplumu, diğer yandan genç bir çiftin bu baskıcı toplum modelini kırmaya çalışmasını görmekteyiz. Oğul Şivan, onu sınırlayan ve ailesine bağlı olmasına neden olan geleneğe isyan etmektedir.Filmde Melike Demirağ hiç komuşmayan gelini canlandırıyor kocası şivanı çok sevmesine rağmen o'da dahil hiç kimseyle konuşmuyor- Filmde, bir sürünün Anadolu'nun doğusundan batısına trenle taşınması ön plana alınarak, Anadolu'nun yoksulluğu,
çaresizliği ve o günlerin siyasal çelişkileri ve çatışmaları perdeye yansıtılmaktadır.
2.Anlatım: Hamo (Tuncel Kurtiz) geçimleri hayvancılık üzerine kurulu, göçer bir ailenin reisidir. Hamo'nun oğlu Şivan (Tarık Akan), aralarında kan davası olan düşman bir aşiretin kızı Berivan'la (Melike Demirağ) evlidir. Hamo, oğlundan olan üç çocuğu da yaşamadığı için Berivan'ı bir türlü sevemez; Berivan, Hamo'nun aşireti için uğursuz ve lanetlenmiş bir gelindir. Hamo, Şivan'ın Berivan'dan boşanmasını ister. Şıvan ise, babasının baskılarına karşı, yalnız ve çaresiz Berivan'i terketmez. Bu yüzden baba oğul sürekli kavgalıdırlar. Hayatlari ve geçimleri hayvanlar ve hayvancilik üzerine kurulu aşiretin reisi Hamo’nun (Tuncel Kurtiz) oğlu Şivan (Tarık Akan) düşman aşiretin kızı Berivan (Melike Demirağ) ile evlidir. Hayvancılığın eskisi gibi para getirmemesi yüzünden durumu bozulan Hamo, oğlunun aşiretten ayrılmak istemesiyle çılgına döner. Hamo ve oğulları, adamlarıyla birlikte son sürüyü Ankara’da satmak için trenle yola çıkarlar… Ancakbaslarina gelmeyen kalmaz. Devlet memurlarinin rusvet olarak aldiklari, hirsizlarin caldiklari ve hastaliktan kirilanlardan sonra ellerinde koyunlarla kente yaklaştıkça gurubun durumu dramatik bir hal alir..

3.Anlatım: Yilmaz Güney’in yine cezaevinden yönlendirmek zorunda kaldigi senaryosu kendisine ait önemli filmlerinden biri. Sürü filmi bir Kürt köyünden Ankara’ya trenle koyunlari satmak için götüren Kürtlerin hikayesidir. Filmde Kürt toplumunun basina bela olmus kan davasi olgusu oldukça çarpici bir sekilde yansitildigi gibi, Ankara’da kapilalizmin ve sehirlerin acimasiz yüzüyle karsilasan Kürt köylüsünün drami da konu edilmekte. Sosyal bir elestiri niteliginde olan film için yönetmen ve senarist Yilmaz Güney; “Bu film bir bakima benim ve ailemin hikayesidir” diyor. Güney’in birçok filmi gibi acilar ve trajedilerle dolu olan Sürü filmi sosyal gerçekligi çok keskin bir biçimde seyirciye sunuyor.

Yönetmen: Zeki Ökten
Senaryo: Yılmaz Güney
Filmin Türü: Drama
Orijinal Adı: Sürü
Yapım Yılı: 1978
Yapım Ülkesi: Türkiye
Orijinal Dili: Türkçe,Kürtçe
Filmin Süresi: 129 dakika
Dağıtıcı Firma: Özen Film
Vizyon Tarihi: 10.03.2000
IMDB:8,2
Oyuncular: Tarık Akan, Melike Demirag, Erol Demiröz, Levent Inanir, Tuncel Kurtiz, Soner Kökkaya, Meral Niron, Yaman Okay, Savaş Yurttaş
Ödüller:

  • 1980 Antalya En Iyi Film, En Iyi Müzik
  • 1980 Londra En Yaratıcı ve Orijinal Film
  • 1980 Antwerp Büyük Ödül
  • 1980 Valencia Büyük Ödül
  • 1979 Locarno Altın Leopar, En Iyi Aktris
  • 1977 Berlin Otto Debelius Ödülü, Ocıc Ödülü
  • 12 Ekim 2011'de düzenlenen "Geç Gelen Altın Portakallar" gecesinde 1980 "En İyi Film Ödülü"nü almıştır.

5 Ocak 2017 Perşembe

Rê - Road – Yol Filmi

  • Rê - Road – Yol Filmi


1.AnlatımYilmaz Güney’e Cannes Film Festivali’nde en iyi film ödülünü kazandiran Yol filmi 5 tutuklunun Imrali Cezaevi’nden ailelerini ziyaret için bir haftaligina saliverilmeleri sonrasinda baslarindan geçenleri anlatir.5 karekterin yolculugunu es zamanli yansitan film, konusunun yaninda sinematik tarziyla da adindan söz ettirdi. Yolculuklarinin sonunda hayal kirikligi ve trajedilerle karsilasirlar. Güney’in en gerçekçi filmlerinden olan Yol pratik olarak Serif Gören tarafindan yönetilmis olsa da bir Yilmaz Güney filmi olarak kabul edilmektedir. Senaryosunu tutuklu bulundugu cezaevinde yazan Güney filmin çekimlerini de cezaevinden gönderdigi ayrintili direktiflerle yönlendirmisti. Yolfilmi karekterlerden birisinin Diyarbakir tren garina vardiginda ekranda beliren “Kürdistan” yazisiyla da dikkatleri çekti. Ayrıca Kürt köyünde askerlerin bir traktör römorkuna doldurdukları Kürt kaçakçıların cesetlerini köylülere teşhir ettirmeleri de not edilmesi gereken diğer önemli sahnedir.
2.Anlatım: Yol, senaryosu Yılmaz Güney tarafından yazılan, Şerif Gören tarafından yönetilen 1981 yılı yapımı Kürt filmi. Şerif Gören'den önce "Bayram" adıyla Erden Kıral tarafından çekilmeye başlanmıştır. Yılmaz Güney bilinmeyen bir nedenden dolayı, filmi daha sonra Erden Kıral'dan alıp Şerif Gören'e teklif etmiştir. Gören filmi önceki ekipten bir tek Tarık Akan'ı tutarak ve Yılmaz Güney'in senaryosundaki oniki karakteri beşe indirerek yeni bir ekiple çekmiştir. Filmin çekilen ham görüntüleri yurtdışına kaçırılarak Yılmaz Güney'in de başında bulunduğu bir ekip tarafından kurgulanmıştır.
1982'de Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülü almıştır.
12 Eylül darbesinin yarattığı toplumsal sorunlara ve Kürt sorununa değinen filmin Türkiye’de gösterimi 1999 yılına kadar yasaktı.
1989 yılında, Samsun’da bir evde video kasetle Yol filmini izleyen beş üniversite öğrencisi gözaltına alındı.
“Yol”, 1983 yılında ABD’de Altın Küre (Golden Globe) ödüllerine de “En İyi Yabancı Film” dalında aday oldu.
Sıkı yönetimin en acılı günlerinde İmralı Yarı Açık Cezaevi’nden verilen izinle köylerine, evlerine gitmek isteyen beş mahkumun yolda yaşadıkları zorluklar ve insan hayatlarının dramı sunuluyor.

Filmden:
- Fotoğrafta katil gibi çıkmışım. baksanıza arkadaşlar katil gibi görünüyorum değil mi?
+ Sahi arkadaş sen niye düştün hapise? 
- Cinayetten. 
- Bak, benimle evlenince öyle başka erkeklerle konuşmak, istemediğim giysileri giymek, dışarı çıkmak, etrafa bakmak yok ona göre. 
+ Bana çok uzun mektuplar yaz ama sakın bizim adrese gönderme, babam kızar. 
- Senin baban da çok geri kafalıymış.”


YÖNETMEN: Serif Gören, Yılmaz Güney
SENARYO: Yılmaz Güney
FILM YILI:1982
IMDB:8,2
FILM TÜRÜ:Aile, Dram
FILM DILI:Türkçe, Kürtçe
OYUNCULAR:Tarik Akan, Serif Sezer, Halil Ergün
ÜLKE:Türkiye, isviçre, Fransa
SÜRESI:114 dk
Oyuncular
Tarık Akan (Seyit Ali)
Şerif Sezer (Zine)
Halil Ergün (Mehmet Salih)
Necmettin Çobanoğlu (Ömer)
Tuncay Akça (Yusuf)
Meral Orhonsay (Emine)
Semra Uçar (Gülbahar)
Hikmet Çelik (Mevlüt)
Sevda Aktolga (Meral)
Hale Akınlı (Seyran)
Turgut Savaş (Zafer)
Hikmet Taşdemir (Şevket)
Engin Çelik (Mirza)
Osman Bardakçı (Berber Elim)
Enver Güney (Cinde)
Erdoğan Seren (Abdullah)