İran Filmleri

17 Ağustos 2017 Perşembe

Elma - Sib - The Apple Filmi

  • Elma - Sib - The Apple Filmi


Daha 17 yaşında yönetmenlik deneyimini ilk uzun metraj “Elma” filmi ile yaşayan ve İran Yeni Dalga'da etkili bir dişli ve bir dizi film yapımcısının bir parçası olan Samira Makhmalbaf 1998 Cannes Film Festivali’ne katılan en genç yönetmen oldu. İran’da Naderi ailesinin hikayesini bir gazete makalesinde okuyup etkilenen Makhmalbaf’ın henüz 18 yaşındayken, babası Mohsen Makhmalbaf’ın “ Sokout ” filminden kalan negatiflerle çektiği, kurmaca ve belgeselin harmanlandığı bir film.Filmin çoğu kahramanı, oyuncularının gerçek hayatlarından esinleniyor. Makhmalbaf, dokümantasyon tarzında izolasyon altında yetişen çocukların incelikli dünyasına göz atıyor. Gerçek hayatta olan çocukların evlerinin dışındaki dünyayla ilk çekişmelerine eş zamanlı olarak 12 yaşındayken topluma giren iki çocuğun hayali gerçekliğini filme çekiyor.Yasakların herhangi bir davranışı ne kadar engelleyebileceğini sorgulayan bir yapım.

Kilitli olduğu kapının demirlerinin arkasından saksıdaki çiçeğe su vermeye çalışan küçük kızın görüntüsü ile başlayan film sosyal yardım bürosuna gönderilmek üzere hazırlanan bir dilekçenin yazımı ile devam eder. Tahran’daki yoksul bir mahallede on iki yıl boyunca; işsiz ve yoksul yaşlı babaları ve görme engelli anneleri tarafından, kızlarını evlendirene kadar evden çıkmamaları gerektiğini, kızların değerli malları olduklarını savunan köhne bir düşünce ile, kızların erkekleri ve kendi cinselliklerini keşfetmelerinin önüne geçme arzusu ve görme engelli olan anneninde dışarı çıkamadığından,başlarına bir şey gelir korkusuyla ev hapsinde tutulan Zehra ve Masume'nin hayatlarından endişe duyan mahalle sakinleri bu uygulanan zalimce uygulamaya karşı dayanamayıp, durumun vahametini yerel sosyal yardım yetkililerine bildirmek için bir dilekçe yazarlar. Çocukların tutsak olduğunu haber verdikten sonra aileyi kontrol gelen yetkililer, gerçekten ailede zalimce bir durum olduğunu fark ederler ve bir soruşturma başlatılır. Bu şikâyet dilekçesinden sonra sosyal yardım bürosu yetkilileri Zehra ve Masume'yi Sosyal Hizmetler Müdürlüğü'ne götürür. Dedikodular yayılır ve kızların çektiği eziyet yerel basın tarafından haberleştirilir. Zehra ve Masume Sosyal hizmet uzmanları tarafından dış dünyayla ilk kez yüzleşmek için serbest bırakılır. 12 yıldır dışarı çıkmayan, yıkanmayan ve bu yüzden iletişim ve toplumsal rol bakımından problemler yaşayan kardeşler aile ve sosyal hizmetler arasında kalacaktır. Kimseyi yargılamadan, iki kardeşin dış dünyayı keşfetme sürecinin anlatıldığı ve bu sürecin bir meyveyle, elmayla özdeşleştirildiği, büyük çoğunlukla oyuncuların kendilerini oynadığı çoğu zaman ailenin bir yakını tarafından gelişi güzel çekilmiş kadar gerçekçi bir hal alıyor.Kızlar gerçek dünyaya doğru hem acı hem de tatlı bir yola koyulurken, mahalleli ateşli bir tartışmaya dalar. Kiz arkadaşlar edinen ve ilk kez dolaşan kızların masumiyeti, talihsizlik ve din köktendinciliği ile neredeyse hiç eğitim görmeyen, gerçekten fakir bir aile hakkında çok dramatik bir hikayenin ruh halini aydınlatıyor.Bu film hakkında daha ilginç olan, kimseyi yargılamadan bir hikayenin naif bir dille anlatılmaktadır. Kızlar ebeveynleri tarafından kilitli kaldıklarına göre, babası asla gerçek bir kötü adam gibi gösterilmedi.
Yönetmen : Samira Makhmalbaf
Senaryo : Mohsen Makhmalbaf , Samira Makhmalbaf
Yapımcı : Mohsen Makhmalbaf , Iraj Sarbaz
Görüntü Yönetmeni: Mohamad Ahmadi ,Ebrahim Ghafori
Kurgu: Mohsen Makhmalbaf
Yapımı : 1998 - Fransa , İran
Tür : Dram
Süre: 86 Dak.
Yapımcı Firma: Hubert Bals Fund
Orijinal Dil: Persçe
Orjinal ismi: Sib / The Apple                                                               Oyuncular :
IMDB: 7,3                                                                                            Massoumeh Naderi: Massoumeh
Ödüller:                                                                                               Azizeh Mohamadi: Azizeh
1998 BFI Sutherland Kupası                                                                Ghorban Ali Naderi: Baba
1998 LOCARNO FIPRESCI–Mansiyon                                                Zahra Naderi: Zahra
1998 THESSALONİKİ Mansiyon                                                          Zahra Saghrisaz 
1998 VALLADOLİD Genç Jüri Ödülü
Kadın ve Yasak Meyve: Sib (Elma)
İşsiz bir baba ve kör bir anne, 11 yaşındaki ikiz çocukları Zehra ve Masume’yi evde kapalı tutuyorlar. Bu çocuklar hayatları boyunca dışarıya hiç çıkmamış, insan yüzü görmemiş, sokakta oynamamışlar. Ailenin komşuları ise bir yerden sonra bu duruma el atmak gerektiğini düşünüp Sosyal Güvenlik’i çağırıyorlar ve böylece ailenin durumu duyuluyor, haberlere konu oluyor. Bu bahsettiğim, Sib’in olay örgüsü değil yalnızca; gerçeğin ta kendisi. Samira Makhmalbaf, “hem belgesel hem kurgu” diye nitelendirdiği bu filmini, haberi görmesinden dört gün sonra hikâyenin gerçek karakterleri ile çekmeye başlıyor.
Filmin açılışında neredeyse çürümekte olan ama bir yandan da hayata tutunmaya çalışan bir çiçek görüyoruz. Evde hapis olan kız çocuklarından biri bu çiçeği sulamaya çalışıyor; ama önündeki parmaklıklardan ötürü bu işlemi doğru düzgün yapamıyor. Bu sahnedeki çiçek ile çocuklar arasında benzerlik kurmak mümkün. Çiçek, aradaki parmaklıklar yüzünden kendine gereken suyu, besini tam olarak alamadığından solmaya yüz tutmuş; çocuklar da hapis oldukları için kendilerine gereken insani besini (örneğin diğer insanlarla etkileşim) almamışlar ve bu yüzden de tam gelişememişler. Çocukların gelişimlerini tamamlamadıklarını anlamak ise hiç güç değil çünkü ne yürüyebiliyor ne de konuşabiliyorlar.
Baba da çocuklarını birer çiçeğe benzetiyor filmin ilerleyen dakikalarında. “Babalara Öğütler”den bir pasaj alıntılayan baba; kız çocuklarının birer çiçeğe, erkek çocuklarının ise güneşe benzediğini, fazla güneş gören çiçeklerin çürüdüğünü bu yüzden çocuklarını erkeklerden korumak için eve kilitlediğini söylüyor. Filmde aslında bu düşünceye oldukça paralel olan bir sahne de var. Parmaklıkların ardında gösterilen Zehra ve Masume’den sonra kamera güneşe kayıyor; ama onun da tellerin ardında kaldığını yani onun da bir çeşit mahkûm olduğunu görüyoruz. Bu toplumda mahkûm olan bireyler sadece Zehra ve Masume (ya da onların aracılığıyla bütün kadınlar) değil çünkü sistem, erkeklerin hareketlerini de sınırlandırıyor ve özellikle kadınlarla olan ilişkilerini bir kalıba sokuyor. Babanın verdiği örnek üzerinden düşünürsek erkek çocukları neyin günah olup olmadığını düşünerek hareket etmeli, kadınlara uzun uzun bakmamalı, kız çocuklarıyla oyun oynamamalıdır. Babayı da bir erkek olarak düşünüp onunla güneş arasında bağlantı kurarsak onun da var olan ideolojilerce şekillendirildiğini ve sistemin kurbanı olduğunu görüyoruz. Çocuklarını hapseden bir babadan bahseden bu filmde babanın bir “canavar” olarak resmedilmesini bekleyebilirsiniz; ama filmi izlerken babanın hâline üzülüyorsunuz çünkü o da bir piyondan başka bir şey değil bu toplumda. Doğru düzgün eğitim almayan ve alsa bile normlar dışına çıkması mümkün olmayan bu baba, çocuklarının ve ailesinin durumu yüzünden kahroluyor ama yapabileceği pek bir şey de yok aslında.
Güneş, eril bir simge olmasının yanı sıra verdiği ışık sebebiyle “aydınlanma”yı da çağırıştırıyor; bu sebeple güneşle bilim, bilgi ve bilinç arasında ilgi kurabiliyoruz. Filmdeki bilgi ve bilinci “kendini bilme ve tanıma” olarak alabiliriz. Zira bu konuda bir simge daha kullanılıyor filmde: ayna. Sosyal Güvenlik görevlileri tarafından Zehra ve Masume’ye verilen aynalar, onların kendilerini görmeleri ve tanımaları yolunda bir adım. Dış dünya ile pek bir bağlantısı olmayan bu bireyler en azından aynaya bakarak kendilerinin farkına varacak ve böylelikle de bir şeyler merak etmeye ve öğrenmeye başlayan varlıklarını duyumsayacaklardır. Önce belirttiğim gibi bu güneşin tellerin arkasında yani bir çeşit hapisteymişçesine gösterilmesinden ötürü bu çocuklar ve onların simgelediği kadınlar ve hatta genel olarak bu toplumdaki bütün bireyler açısından baktığımızda onlara dayatılan ideoloji sebebiyle bu bireylerin hiçbirinin öz bilinci olmadığını görüyoruz. Bu insanların hiçbiri bilgiye tam olarak ulaşamıyor ve dinî kısıtlamaların dışına çıkıp mantıklı bir hareket sergileyemiyor.
Bilgiden bahsetmişken filmdeki elma simgesine değinmemek olmaz. Filme ismini veren elma, yaratılış hikâyesine bariz bir gönderme. Dinî metinlerde yalnızca “meyve” olarak geçse de elma, “iyiyi kötüyü bilme ağacı”nın meyvesidir dolayısıyla bilgiyi ve bilgeliği simgeler. Tanrı bu meyvenin yenmesini yasaklamış olsa da Adem ile Havva, Şeytan’ın yönlendirmesi ile bu meyveyi yer, “gözleri açılır” ve bilgiye kavuşurlar. Bu filmde Zehra ve Masume’nin canı hep elma çekiyor ve film sırasında pek çok sahnede onları bir elmanın peşinden koştururken görüyoruz. Filmin sonunda da çocukların annesini (onların evde tutulmasının asli sebebi olarak gösterilen ve bilgiden en uzak olan karakter) bir elmayı yakalarken görüyoruz. Buradan bakıldığında film oldukça optimist bir bakış açısı ve son sergiliyor. Bilgiden, kendini bilmekten böyle uzak olan bir topluma ve bu toplumda sürekli ezilen, kısıtlanan, herhangi bir konuda bilgi edinmek şöyle dursun kendi varlıklarının bile farkına varamayan kadınlara birer lokmalık bilgelik sunarak onları özgürleştirmek mümkün kılınmış filmde; oysa biliyoruz ki filmin sonunda çocuklar dışarıda koştursa da ve babaları onları bir daha eve kilitlemeyecek olsa bile bu çocukların özgür olduğunu veya olabileceğini düşünmek ütopyadan başka bir şey değil. Sosyal Güvenlik görevlisi “Çocuklarını buraya hapsetmişsin, onlar hiçbir şey öğrenemiyorlar bu yüzden iyi birer eş olamayacaklar, nasıl evlenecek bu çocuklar,” diye soruyor örneğin babaya ve çocuklara kendilerini keşfetmeleri için birer ayna sunarken bir de tarak veriyor onlara. Babayı çocuklarını hapsetmekle suçlayan bu devlet ve otorite temsilcisi de çocuklara birer hapisten başka bir şey sunmuyor aslında. “Kadınsın, süslenip güzel olmalı ve evlenmelisin, işte o kadar,” diye düşünmek de kilit altında tutulmaya neredeyse eş değer olan bir kısıtlama ve mahkûmiyet.
Son olarak çocukların elma kovaladığı ve annenin elma yakaladığı sahneyi tartışmak istiyorum. Bu sahnelerde beş ila on yaşlarında bir erkek çocuğu, elindeki bir sopaya ip ile bağladığı elmayı sallayıp duruyor. Çocuğun anne ile olan sahnesine baktığımızda çocuk; elindeki sopasıyla yukarıda, evinin penceresinde oturuyor ve elmayı aşağıdaki anneye sarkıtıyor. Elindeki bir olta sanki ve anneyle oynuyor. Çocuğun yukarıda oturması ve erkek olması sebebiyle kendisini hemen “göklerdeki babamız” ile özdeşleştirebiliyoruz. Zira tanrı bu “iyiyi kötüyü bilme ağacı”nın meyvesini ve bilgiyi kendisi yaratmış ve yenmesini yasak etse de onu insanın önüne sunmuştur. Öte yandan bu çocuğu Şeytan olarak da düşünebiliriz çünkü Havva’yı meyveyi yemesi ve bilgiyi elde etmesi için -elinde bir sopayla olmasa da- yönlendiren odur. Dinî alt metni bir kenara bıraktığımızda ise burada kadına ve kadınlığa dair yıkıcı bir görüntü çıkıyor ortaya. Sopa, şekli dolayısıyla o çocuğun erkekliğini simgeliyor ve bu sopa da bilgiyi simgeleyen elmayı tuttuğu için bu toplumda bilginin kimin elinde bulunduğu anlaşılıyor. Buradaki kadınlar da (özellikle anne) bilgiyi tam olarak alamıyor bu yüzden, önlerine sarkıtılan bir ip aracılığı ile ona dokunabiliyorlar sadece. Kadın ve erkeğin bu toplumdaki yerini de yansıtmış oluyor film bu sahne ile. Beş yaşında olsa bile bir erkeğin yeri yukarıdadır, kendisi kadından üstündür ve aşağıdaki yaşlı başlı, kör bir kadını bile elindeki oyuncağıyla oynatabilir.  (Melis Baysal)


                                     Filmi izlemek için tıklayın

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Kardeş Katili - Brudermord - Fratricide Filmi

  • Kardeş Katili - Brudermord - Fratricide Filmi

Kürt, Türk ve Alman karakterleri bir potada eritip hem yaşam sorunlarına hem de kültür farklarına dikkat çeken çarpıcı bir yapıt. Almanya’ya iltica etmiş iki Kürt gencinin bir grup Türk’le girdikleri bir münakaşa sonrası olayların trajik boyutlara uzanması.
Almanya'da yaşayan bir Kürt göçmen Semo, küçük kardeşi Azad'ı yanına getirmek için eve para gönderiyor.Ve Azad isteksizce Semo abisinin teklifini kabul eder. Ve uzun bir yolculukla vatanını terk ederek Almanya'ya sığınan Azad, Kardeşi Semo (Nurettin Celik) Berlin'de sokaklarda bir pezevenktir. Bu kirli paraya Azad hiç bulaşmayacaktır. Azad, kendisi gibi gurbette olan vatandaşları bir fast food restoranın tuvaletinde sakal ve saç tıraşı yaparak çalışır. Mülteciler için bulunduğu sığınma evine on bir yaşındaki İbo da aynı yurttan gelen bir Kürt'tür. İbo ile arkadaşlık kuruyor. İkisi arasında güçlü bir bağ oluşur.
Almanya da bir başka Türk ailenin iki çocuğu olan; Ahmet (Sözlü Uyan) ve Zeki (Bülent Büyükaşık) Sinirli, işsiz, kültürlerinden uzaklaşmışlardır. Korkunç bir şiddet içindedirler. Ve bir gün bu iki kardeş pit bull köpekleriyle Azad ve Ibo ile metroda bir tartışmaya girerler. Ertesi gün kavgaya dönüşen tartışma Semo kendini savunurken Ahmet 'i yaralar. Semo kaçmaya başarır ama sonunda Azad polise abisini söyler.
Yönetmen: Yılmaz Arslan
Senaryo: Yılmaz Arslan
Yapımcı: Yilmaz Arslan, Eddy Géradon-Luyckx, Donato Rotunno, Felix Sorger, Eric Tavitian
Görüntü Yönetmeni: Jean-François Hensgens
Müzik: Evgueni Galperine, Rabih Ebu Halil
Çizgi yapımcı: Petra Barkowski
Kamera: Jean-Francois Hensgens , Jürgen Jürges
Kostüm: Marie José Escolar
Ses: Laurent Benaïm
Fotoğrafçılık: Jean-Francois Hensgens
Montaj: Bendocchi-André Alves
Set tasarımı: Régine Constant
Yapımı: 2005 - Fransa , Almanya , Lüksemburg
Yayın Tarihi: 24.08.2006
Tür: Dram
Dil: Türkçe, Kürtçe,Almanca
Süre: 96 Dakika
IMDb: 6.7
Ödüller: 2005'te 77 ülkeden 1228 uzun metrajlı filmin katılmak için başvurduğu 58. Uluslararası Locarno Film Festivali'nde Gümüş Leopar ödülü kazandı.
Oyuncular:
Erdal Çelik: Azad
Xevat Gectan: İbo
Nurettin Çelik: Semo
Bülent Büyükaşık: Zeki
Xhiljona Ndoja: Mirka
Taies Farzan: Zilan
Oral Uyan: Ahmet
Özay Fecht: Zeki'nin Annesi
Necmettin Çobanoğlu: Zeki'nin Babası
Tatyana Goncharova: Olga
Danuta Medrala: Sonja
Celal Ceyran, Hussi Kutlucan, Mehmet Mustafa Geçtan,Yusef Geçtan, Mathieu Akuyz, Coskum Ayfekin, Bokir Bozlak, Jean-Marc Calderoni, Celal Ceyran, Selhatini Dogan, Felemez Emrek, Ismail Erbir, Hussi Kutlucan,Steve Lamesch,Daniel Lieser,Ferdi Oncul,Willem Schmid, Catherine Tarantino,Germain Wagner

*Filmin Almanca ve Kürtçe bölümlerinde alt yazılı olan halini bulamadım. Daha oluşturulmadığını düşünüyorum. 

                                          Filmi izlemek için Tıklayın

Eğer Ölürsen, Seni Öldürürüm - Si tu meurs, je te tue Filmi

  • Eğer Ölürsen, Seni Öldürürüm - Si tu meurs, je te tue Filmi

Tamamı Paris’te, Fransızca ve Kürtçe olarak çekilen, ödüllü Yönetmen Hiner Saleem’in "Si tu meurs, je te tue" (Eğer ölürsen, seni öldürürüm) komedi filmi; “Hapisten çıkan Philippe (Jonathan Zaccai), Iraklı bir suçluyu arayan Kürt Avdal (Billey Demirtas) ile karşılaşır. Her iki kişi dostluk bağları gelişir. Fransa’da kalmayı hayal eden Avdal, nişanlısı Siba’yı Paris’e getirme sözü vermiştir. Ancak aniden Avdal ölür. Philippe, cenaze törenini hazırlamakla baş başa kalır. Siba Paris’e geldiğinde nişanlısının öldüğünü öğrenir… Bir grup Kürt tarafında karşılanan Siba, bu vesileyle Philippe ile tanışır. Bu arada Avdal’ın babası da Paris’e gelir…”
Yönetmen: Hiner Saleem
Senaryo: Hiner Saleem
Yapımcı: Antoine de Clermont-Tonnerre
Görüntü Yönetmeni: Manuel Teran
Yapımı: 2011 - Paris,Fransa
Süre: 95 dakika
Vizyon tarihi: 23 Mart 2011 Çarşamba
Tür: Komedi, dram
Dil: Fransızca, Kürtçe
IMDb: 6.6
Müzik: Bruno Bertoli

Oyuncular :
Menderes Samancılar: Cheto
Nazmi Kırık: Mamat
Golshifteh Farahani: Siba
Feyyaz Duman: Azad
Jonathan Zaccaï: Philippe
Mylène Demongeot: Genevievé
Jane Birkin: Louise
Billey Demirtaş: Avdal
Özz Nûjen: Mihyedin
Omer Faruk Cecen: Akil
Sadettin Cecen: Bargrar
Hamdullah Cecen:Taidin
Maurice Bénichou: L'employé
Ludivine Clerc: Thérèse
Yilmaz Özdil: Abdullah
Shahla Alam: La mère de Siba
Bruno López: Vincent
Loïc Lelandais: Homme bar 2
Kapita Badibanga :Fedo
Xavier Laurent:Homme de main
Maryam Muradian: L'arménienne





Filmin Türkçe dublaj yada alt yazısını bulmadım ki daha yapılmadığını düşünüyorum. Bu filmde Fransız'cam gelişti desem(sanki vardı):D Gene izlemenizi tavsiye ederim. Kürtçe bilen arkadaşlar pek zorlanmayacaktır.
                                                            


                   

                                     

                                                 Filmi izlemek için tıklayın

7 Haziran 2017 Çarşamba

Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok Filmi - No One Knows About Persian Cats / Kasi Az Gorbehaye Irani Khabar Nadareh Film

  • Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok  - No One Knows About Persian Cats / Kasi Az Gorbehaye Irani Khabar Nadareh

İranlı yönetmen Bahman Ghobadi tarafından 2009 yılında çekilmiş bir film. Önceki filmlerinde (sarhoş atlar zamanı, kaplumbağalar da uçar) toplumsal sorunlara çok daha keskin ve izlerken bile insanı zorlayan bir çıplaklıkla yaklaşan yönetmen bu filminde yine toplumsallığı elden bırakmamış ancak araç olarak müziği seçmesi sebebiyle belki de izlemesi zorlamayan bir film yapmıştır. B. Ghobadi'nin Kaplumbağalar Da Uçar'ı ve Sarhoş Atlar Zamanı'yla şiirsel ismi yönüyle benzeşiyor, ancak film bu sefer tahran'da, büyük bir kentte geçiyor ve biraz daha umutlu.  Gerçek karakterler üzerine kurulu hikayesiyle film, gerçekle kurmaca arasındaki sınır çizgisini bulanık bırakıyor. Kategorize etmek gerekirse belgesel - kurgu tarzında bir film diyebiliriz.

Filmin ana teması İran hükümeti tarafından bir türlü kabul görmeyen alternatif/underground müzik yapmaya çalışan genç alternatif müzisyenlerin çabalarını dile getiriyor. İran'daki yasak enstrümanlarla yasaklı müzikler yapmaya çalışan yasaklı müzisyenlerin hayatını ve rejimin müzisyenler üzerindeki baskılarını anlatıyor. Yasaklı müzisyenler aynı zamanda filmin de oyuncuları.Evlerin çatılarında, derme çatma kulübülerde sevdikleri müziği yapmaya çalışıyorlar. İran Devrim Muhafızları, ileri teknolojiyi kullanan, bilgisayar ve internet aracılığıyla müzik yapıp yayan siber müzisyenlerle başa çıkamıyor. Film aynı zamanda Tahran'da 2007 yılında tutuklanan 200 rock severin tutuklanması konusunu da aydınlatıyor.

Rock, rap ve heavy metal çalan gruplar ne hikmet ise İran hükümeti tarafından kabul görmemekte. Sorun verilen mesajda veya sözlerde değil; sorun asıl gitarın başrollerde olması. Bu filmin müziklerini yapan tüm sanatçılar radarın altında, görünmez ve yakalanmaz odalarda ciddi riskler alarak sanatlarını icra etmek zorundalar. Tehran Avenue ve Bar-Ax gibi alternatif mekânlar bu tür müzikleri İran’da takip edebileceğiniz limitli yerlerden sadece birkaçı. Filmin merkezinde Take İt Easy Hospital isimli indie müzik yapan grup var ve müzisyenler kendilerini canlandırıyorlar. Oldukça lezzetli bir Soundtrack albümü de mevcut.

Film, İran’daki mevcut baskıcı yönetime ve çevresel baskılara rağmen İran’ın başkenti Tahran’da indie rock tarzında müzik yapmaya çalışan iki yakın arkadaş olan Negar Shaghaghi ve Ashkan Koshanejad’ın zorluklarla baş ederken bir yandan da içlerindeki müzik tutkusuyla hareket etmeleri konu edilmiştir. Rock müzik çaldıkları için hapis yatıp çıkan genç ikili Londra’da kendileriyle konser verecek grubu tamamlamak üzere müzisyenler aramaya başlarlar. Ama bundan daha büyük bir sorun var; vize.

Negar ve Ashkan, yeraltı müziğine meraklı yapımcı Nader ile arkadaş olur. Nader onları Tahran ve civarında gezdirir, yeraltı müzik dünyasından birlikte grup kurabilecekleri, ileride de beraber yurtdışına gidebilecekleri başka müzisyenlerle tanıştırır.  Negar ve Ashkan'ın ülkeden yasal olarak çıkabilmelerinin yolları her geçen gün daralır ve neredeyse imkansız olduğu bir durumla yüz yüze kalırlar.Daha özgür olacakları bir Fransa'ya gitmek için pasaport ayarlamaya kalkışınca kendilerini korkunç bir maceranın ortasında bulurlar. Çünkü pasaport alabilmenin tek yolu karaborsanın içine dalmaktır, bu gençlerin sahte pasaport karaborsasının içine dalışlarını takip ediyor.İkilinin geri kalan zamanları ise müzikle geçiyor; otoparkta, ahırda, neresi olursa orada konser veren başka indie gruplarla birlikte.

Film İran'da bağımsız müzisyenlerin ve daha genel olarak gençlerin karşı karşıya olduğu yasal ve kültürel zorlukları vurguluyor.

Tahran’ın son dönemde patlamakta olan yeraltı müzik dünyasında gezinen film, resmi izin olmadan sadece 17 günde ve gerçek karakterler üzerine çekilmiş. Elektro blues’dan hiphop’a kadar her telden çalan yüzlerce farklı genç grup va r; kimisi İngilizce, kimisi Farsça söylüyor. Ülkede yasak olan İngiliz NME dergisi elden ele dolaşıyor. Ne konser salonlarına ihtiyaçları var, ne de teknik donanımlı sahnelere; onlar müziklerini her yerde yapabiliyorlar. Ghobadi’nin bu gerçek hikayenin içinde özgürce dolanan kamerası, Tahranlı genç müzisyenlerin tutkusunu, enerjisini, öfkesini ve umudunu yakalamayı başarıyor. Bu film, en zor koşullarda bile bir yol bulup yaratıcılıkla fışkıran sanatçı ruhlara rock ‘n’ roll dilinde bir ithaf…

Ve film de 10 dakikada bir akıl almaz güzel şarkılar çalar.  Filmin bizlere ilginç gelen öyküsünün yanı sıra içerdiği müzikleri de oldukça enteresan. Filmde geçen 15 parça;Human Jungle (Take It Easy Hospital), Me And You (Take It Easy Hospital), Mast-e Esgh – Drunk With Love (Rana Fahran), Ekhtelaf (Hichkas), Scenarios And Starlights (Take It Easy Hospital), New Century (The Yellow Dogs), Opening Title (Shervin Najafian), Chasing The Sun (Ash Koosha), Emshab (Mirza), My Sleepy Fall (Take It Easy Hospital), Dreaming (The Free Keys), Jouwani feat. Bahman Ghobadi (Mahdyar Aghajani), DK (Darkoob), They Sing (Ash Koosha), Fekr (Hamed Seyed Javadi) yasaklı, gizli sanatçıların eserlerine yer verilen film müzikleri İran gençliğinin ne kadar enerjik ve atılıma hazır olduğunun enfes bir göstergesi. Bu aynı zamanda gizli saklı kapılar ardınca baskının yoğunluğunda ne tür Dünya Müziklerinin ortaya çıkabileceğinin de yansıması. Batılı müzikseverlerin pek aşina olmadığı bir dilde dinleyecekleri yakın melodiler içeren film müziği  bol hayran toparlamış durumda.

Yönetmen: Bahman Ghobadi
Senaryo: Bahman Ghobadi, Hossein Mortezaeiyan, Roxana Saberi
Yapımcı: Mehmet Aktaş, Bahman Ghobadi
Müzik: Mahdyar Aghajan
Görüntü Yönetmeni: Turaj Mansuri
Süre: 106 dk
Tür: Dram, Müzikal
Ülke: İran
Yapımı : 2009
Hasılat: $79.848 (Amerika)
Vizyon tarihi: 23 Aralık 2009 Çarşamba
IMDb: 7,3
Film Dili: Farsça
Orijinal Adı: Kasi az gorbehaye irani khabar nadareh
Oyuncular: Negar Shaghaghi (Negar),Ashkan Koshanejad (Ashkan),Hamed Behdad (Nader), Babak Mirzakhani (Mirza Band Member), Kosh Mirzahi (Yellow Dogs Band Member), Shervin Najafian (Shervin),Nemat Haghighi,
Ödüller

  • 62. Cannes Film Festivali 'Un certain regard' bölümünde Jüri özel ödülü Ex-aequo, François Chalais olmak üzere iki ödül birden aldı.
  • 2009 Cannes Film Festivali: Belirli Bir Bakış – Jüri Özel Ödülü
  • São Paulo Film Festivali: Eleştirmenler Ödülü – En İyi Yabancı Dilde Film
  • Tallinn Siyah Geceler Film Festivali: FICC ve NETPAC Jüri Ödülleri, En İyi Görüntü – Jüri Ödülü Tokyo Filmex: Jüri Özel Ödülü.


                                   Filmi Türkçe Alt yazıyla İzlemek İçin Tıklayın

22 Mayıs 2017 Pazartesi

To Azadi- Azadi Filmi

  • To Azadi- Azadi Filmi   


 Azadi gerçek özgürlüğü sorguluyor   

İki çocuğun aslında hiç tadamadıkları özgürlüklerinin hikâyesi Muhammet Ali Talebi'nin senaryosunu yazdığı filmiyle anlatılıyor

İran ıslahevindeki çocukların bir kısmının çıkartılması planlanmaktadır. Fakat bu çocukların ya aileleriyle beraber yaşamaları ya da devletin bakım evlerinde yaşamaları gerekmektedir. Bu çocuklar arasından Muhsin'in ailesi onu pek istemezken, yetim olan Sohrab'ı ise bakım evleri kabul etmemektedir.

’’Bu film, ıslah evindeki çocukların ve genç yetişkinlerin hayatını anlatmaktadır. Ve filmde rol almış olan çocukların çoğu gerçek hayatta da ıslah evindedir.’’
                                    Ziyaret çarptı bizi   
Sırayla herkesin ismi okunuyor, avluda insanlar birikmiş. Her dışarıdan gelen,  içerdekilerden birinin eşi dostu akrabası bir şeyi. Hepsinin konuşacak o kadar çok şeyi var ki kısacık bir sürede bile her şey anlatılabiliyor. Fakat kısa saçlarında zamanın hiçbir zaman kapatamayacağı yara izleri olduğu halde bir çocuk, elinde cam kırıkları ile gayrı resmi bir geçit düzenlese de onu umursayan yok. Ne zaman ki o cam kırıklarını kollarına gücünün el verdiğince bastıra bastıra sürtse işte o zaman kale alınabiliyor ve o da her ziyaret günü dikkatleri üzerine çekebilmek için bu numarayı tekrarlıyor. Hep geçici dikkat çekmeler olacak değil ya müdür artık bıkmış olacak ki Küçük Muhsin’i ailesine kavuşturmayı kafasına koyuyor ve İsfahan’a gitmek için yola çıkıyorlar…

O yuvasız çalıkuşu  
İnsan hem yetim hem öksüz oldu mu kolu kanadı ve daha ne varsa her şeyini yok saysanız yeridir. Park ve bahçelerde uyuduğunuz bankı ana kucağı zanneder biraz daha ciddi sarılırsınız. Herkesin çekinip korktuğu tüm sokak heyulalarını ve de bela müptelalarını dost bile zannedebilirsiniz. Biri çıkar bamtelinize dokunur ve sizin hiç olmayan ve en zayıf gözüken yerinizden vurur. Annem babam kimdi, neydi, neciydi diye sorgular durursunuz. Sohrab bu sorgulamaları bir şekilde def etmiş bir çocukken yeryüzünde hiçbir yakınının olmadığı gerçeğini yeniden keşfetmeye zorlanması onun akordunu iyice bozmuştur. Herkesin kaçmak için can attığı ıslahevine nöbetçileri ikna edemeyince türlü madrabazlıklar üreterek girme cüreti sadece onda mevcuttur.  

İsfahan evim değil gezinti yerim olsun
Namı dillere destan olan İsfahan’ın güzel mesire yerleri Muhsin’in hayallerinde hep dursa da babası ve kendisini asla istemeyen türlü cefalar çektiren üvey anası da İsfahan’dadır. İsfahan her fırsatta evden kaçılması gereken bir yer olsa da asla bir yurt değildir Muhsin için. Evden zulüm gördükten sonra kovulunca İsfahan’ın güzel yerlerinde dolaşırken Muhsin arakladığı bir bisiklet sayesinde hem evini hem geçim kaynağını elde edivermiş olacaktır. Bisiklete bindirdiği her çocuk ona ne güzel de dondurma, şeker, yiyecekler yemeyi bahşediyorsa da bisiklet çaldığı için kovulduğu ıslahevi ziyaret günleri haricinde harika bir yurt olmuştur.

Bütün zenginliğim elde edemediklerim  
Karnı deli gibi açken bir tencere yemeği mideye indirmek için türlü belayı göze alsa da çaldığı şey sadece yemek dolu bir tencere değil hayatını kısa vadede iyi, uzun vadede kötü yönde değiştirecek zenginliğin habercisiydi. Bir tencere yemekten fazlasını yiyordu, üzerine dilediği elbiseleri giyebiliyordu fakat bir nüfus kâğıdı bile olmadığından kalacak yer bulamıyordu. Ve hayatının en büyük hatası gibi görünen elde ettiği zenginliğin bir anlık hatayla kaybolup ıslahevine düşmesi onun hayatında yeni kapılar açacaktır. İşte hikâyenin baş aktörleri Muhsin ve Sohrap aynı ıslahevinde hemen hemen aynı bir talihle bu şekilde karşılaşacaklardır.
   
Yönetmen: Mohammad Ali Talebi
Senaryo: Mohammad Ali Talebi
Yapımcı:Mohammad Ali Talebi
Müzik:Ali Noudoost
Vizyon Tarihi:2001
İMBD:7.0
Süre:84
Ülke: İran
Oyuncular:Parivash Nazarieh, Abdolreza Akbari, Siavash Lashkari, Ali Bokaeian, Ehsan Ghasemi




                                                                     Filmi izlemek için tıklayın

17 Mart 2017 Cuma

QİREJ ( KİR) FİLMİ


  • QİREJ ( KİR) FİLMİ 


1985 yılından beri uygulanan ve zaman zaman eylemleriyle tartışma konusu olan bölgedeki koruculuk sistemi, bu kez bir filme konu oldu.

‘Qiréj-Kir’ adlı film, yönetmen Yusuf Çetin tarafından Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde çekildi.

Filmin başrollerinde:Yusuf Çetin,Zilan Odabaşı,Yalçın Dümer paylaştı.

Film’de kadına yönelik şiddet, namus cinayetleri, baskılar ve kadınların dayanışması da yer alıyor. Filmde İHD yöneticisi ve Avukat Eren Keskin de rol alıyor.

Filmdeki amacın korucuların bölgede gerçekleştirdiği hak ihlallerine dikkat çekmek olduğunu belirten Çetin: “Biraz kendimizi hedefe koyduk ama biz buna açığız, ancak bu gerkli bir filmdi. Doğruların altını çok kalın çizdik” dedi.

Filmde koruculuk sisteminin kirli yönlerini gün yüzüne çıkardıklarını vurgulayan Çetin: “Yaptığımız sinema filminin amacı, devletten maaş ve silah alan, sırtını devlete dayayıp edindiği güç ile halk üzerinde terör estiren koruculuk sisteminin kirli yönlerini gün yüzüne çıkarmaktı.

Yanı sıra birbirini besleyen militarizm ve erkek egemen toplumun, kadın bedeni ve emeği üzerindeki tahakkümü sonucu her gün artan, kadın katliamına da parmak basmak gerekiyordu. Savaşın, silahın, halka her türlü zulmü yapan koruculuk sistemi ve kadın cinayetleri kirli bir düşüncenin ürünü olduğunu düşünerek yola çıkıp, ‘Qiréj-Kir’de bu kiri deşifre etmeyi amaçladık. Umuyoruz ki bu film, toplumsal talep olan koruculuk sisteminin kaldırılmasına ve kadın cinayetlerinin son bulmasına ve topraklarımızda barışın yeşermesine hizmet eder.”
” Bu filmle bölgenin uzun süredir kanayan toplumsal bir yarasına parmak basıldığını, uzun bir süredir devam eden bir toplumsal yarayı sanatın diliyle eleştirmek, sanatın diliyle o yarayı deşmek ve yine sanatın diliyle o yarayı sarmak hepimizin ihtiyacı olmalıdır. Türkiye’de her ne kadar rolünü oynamasa da siyaset oldukça aktif. Bence sanatı aktif hale getirmek lazım.

Bence barışa ulaşmak için sanatı aktifleştirmek lazım.

Eğer yeteri miktarda sanatçılarımız aktif olsaydı, yeteri miktarda sinema filmimiz oluşturulsaydı, romanlar yazılmış olsaydı, tiyatro oyunları oynanmış olsaydı belki de Türkiye toplumu Türküyle Kürdüyle, etnik kimlikleriyle belki de bu kadar büyük acıları yaşamazdı” dedi.

Yönetmen: Yusuf Çetin
Oyuncular: Yusuf Çetin, Zilan Odabaşı, Yalçın Dümer, Eyüp Çalış, Cengiz Toprak
Tür: Drama
Yapım Yılı: 2010
Vizyon Tarihi: 4 Mart 2011 Cuma
Senaryo: Yusuf Çetin
Yapımcı Firma: Ararat Film
Yapım Ülkesi: Türkiye
Orijinal Adı: Qirej
Resmi Site: qirej-kirfilmi.com/
Dağıtıcı Firma: Özen Film
                                                                   Filmi İzlemek İçin Tıklayınız

20 Ocak 2017 Cuma

The Patience Stone - Sabır Taşı Filmi


  • The Patience Stone - Sabır Taşı Filmi


 Afganistan’ın Oscar adayı olan Sabır Taşı filmi, yönetmenin çok satan romanından uyarlanmıştır. Afganistan´da ya da savaşla yerle bir olmuş herhangi bir ülkede herhangi bir yerdeyiz.Otuzlarında olan güzel bir kadın, yıkık dökük bir odada felçli kocasına bakmaktadır. Bir gün suskun kocasına tek yönlü bir itirafta bulunmaya başlar; çocukluğunu, sıkıntılarını, hayal kırıklıklarını, yalnızlığını, hayallerini, isteklerini anlatır. Kocası sessizce onu dinlerken bilmeden kadının “sabır taşı” olur, onu mutsuzluktan, acıdan, eziyetten koruyan.Fakat kadın asıl benliğini, daha sonra tanışacağı genç bir askerde bulacaktır. Rahimi, Sabır Taşı’nı 2005′te 25 yaşındayken kocası tarafından öldürülen Afgan kadın şair Nadya Encuman anısına yazmış: “Afgan kadınları hakkında hep aynı söylemleri duymaktan bıkmıştım, ezilen, kurban olan kadınlar. Oysa Afganistan´a gittiğimde son derece dirayetli kadınlarla tanıştım.


Yönetmen:Atiq Rahimi
Senarist:Jean-Claude Carrière, Atiq Rahim 
IMDB Puanı:6.9
Türü:Dram-Savaş
Yapım Yılı:2012
Yapım Ülkesi: Afganistan, Fransa, Almanya
Süre:102 Dakika
Yayın tarihi: 20 Şubat 2013 Fransa
Yapımcı Firma: Film, The, Razor Film Produktion GmbH
Film müziğinin bestecisi: Max Richter
Bütçe: $71,282.00
Orijinal Dil: Persçe
Orijinal Adı: Syngué sabour, pierre de patience / The Patience Stone
Oyuncular: Golshifteh Farahani, Hamid Djavadan , Hassina Burgan , Massi Mrowat , Mohamed Al Maghraoui


                               Belki de Kadınlar Peygamber Olmalıydı" Diyen Film: Sabır Taşı

Savaşta kadın olmaya dair bugüne kadar çok söz söylendi. Patlayan bombalar, durmaksızın akan kanın ortasında eşini, çocuğunu, kardeşini kaybeden kadınlar bütün savaşların en çok ağlayanı ve mağduru. Savaşta geride kalan olmanın bütün yoksulluğunu yüklenmek ve dahası, bir cezalandırma unsuru olarak sistematik tecavüzlere varan savaş suçları ile baş etmek zorunda olmak acıyı katlıyor. Öte yandan kadınlar, dünyanın savaş olan her coğrafyasında salt "kurban", "acılı", "ezilen" olma durumuna direnç gösteriyor, barışı mümkün kılmak için çabalıyor.

Atiq Rahimi'nin  kendi romanından uyarlayıp, yönettiği "Sabır Taşı / The Patience Stone",  şiddetin sıradan bir olay haline geldiği Afganistan coğrafyasında savaşta var olma mücadelesi veren bir isimsiz bir kadının hikâyesi. Sürekli bombardıman altındaki bir kenar mahallede yıkık dökük bir ev. Yere serilmiş bir döşekte yalnızca gözleri açık şekilde kıpırtısız yatan ağır yaralı bir adam ve başında sürekli dua ederek bekleyen karısı. Bir yandan gündelik yaşam devam ediyor, kadın iki çocuğunun gereksinimlerini ve yaralının ilaçlarını temin etmek zorunda. Ateş hattındaki ev, her an saldırıya uğradığından günler bodrumdan bozma sığınakta tedirginlik içinde geçiyor.

Mahremiyet diye bir şeyin söz konusu bile olmadığı savaş ortamında ev sürekli silahlı adamlar tarafından basıldığı ve her an ölümle burun buruna gelindiği için kadın çocuklarını şehrin daha güvenilir bir bölgesinde yaşayan halasına emanet ediyor. Genelevde çalışan hala, kadının hayatta kalan tek akrabası ve içini dökebileceği yegane insan. Bağımsız yaşayan halasıyla dertleşmek kadının yaralı ruhuna iyi geliyor. Ona çocuklarını, kocasının her an ölebileceği gerçeğiyle burun buruna olmanın yarattığı sıkıntılarını anlatmaya başlıyor. Bir gün hala, İran mitolojisinden "sabır taşı" öyküsünü ve Hz. Muhammed'in karısı Hatice ile yaşadığı bir olayı anlatıyor. Kadınların her koşulda erkeklerden çok daha dirayetli olduğunu söyleyip, teskin ediyor. Öykünün özü, belki de halanın ettiği bir sözde saklı: "Belki de Muhammed yerine Hz. Hatice peygamber olmalıydı."

Kadın, böylece suskun kocasıyla konuşmaya; hislerini, yalnızlığını, düşlerini, hayal kırıklıklarını ve kadınsı arzularını anlatmaya başlıyor. O monoloğuna devam ettikçe, seyirci de babasının kumar borcu nedeniyle kocasıyla zorla evlendirilen, erkek çocuk doğuramadığı için kayınvalidesinden işkence gören, kocasının erkek kardeşleri tarafından mal gibi görülen, her an taciz ve tecavüze uğrama tehditiyle yüz yüze yaşayan, kısır kocasının şerefini kurtarmak için başka adamlarla ilişkiye girerek çocuk sahibi olan bir kadın olduğu gerçeği ile yüz yüze geliyor. Hayatında belki de ilk defa karısını dinleyen koca  "sabır taşı"na dönüşürken, kadın aklını tamamen yitirmekten yüreğini kendisini yargılayamayacak birine açarak kurtuluyor.

Filmin en etkileyici sahnelerinden birinden söz etmeden geçmek istemem: Bir gün kadın avludan gelen sesleri duyup, olası bir baskında öldürülmesin diye kocasını yüklüğe saklıyor. Ev iki silahlı adam tarafından basılıyor. Kadın, tecavüze uğrayacağı ihtimalini düşünerek adamlara yalnız yaşayan bir fahişe olduğunu söylüyor. Din kurallarıyla yönetilen toplumun aşağılık ve kirli bireyi olarak bedenine saldırılmasından kurtuluyor ancak yalanı yüzünden saldırganlardan genç olanı rahat bırakmıyor. İronik şekilde başlayan ilişkileri, kadının cinselliğin doyumuna varmasıyla, genç adamın da ilk cinsel deneyimlerini yaşamasıyla sürüyor.

"Sabır Taşı / The Patience Stone", yer yer belgesele kayan gerçekçiliği, ki bunda senaryoyu yazan Jean-Claude Carrière'in emeğini anmadan olmaz, kadınların salt ezilen olarak göründüğü savaş dönemi filmlerinin aksi bir yol tutturuyor ve Golshifteh Farahani'nin muazzam oyunculuğu ile feminist etkiler taşıyan savaş karşıtı bir uyarlamaya dönüşüyor. Evet, kadınlar savaşta her zamankinden çok daha fazla istismar ediliyor, sömürülüyor, şiddet kurbanı oluyor. Yine de, güçlü, kurban olmaya direnç gösteren, içinde bulunduğu koşullara rağmen kimliğini arayan kadınların öyküsü daha sık anlatılıyor. Bu film de bunun  iyi örneklerinden biri.

11 Ocak 2017 Çarşamba

My Sweet Pepper Land -Tatlı Biber Diyarım Filmi

  • My Sweet Pepper Land -Tatlı Biber Diyarım Filmi

1.Anlatım: Saddam Hüseyin rejiminin düşmesinden sonra İran ve Türkiye sınırının tam ortasında kalan küçük bir köyde komiser olmayı kabul ederek burada kalan Baran, savaşın bitmesi ile normal hayata dönmeye çalışmaktadır. Fakat bu bölgede giderek çoğalmaya başlayan kaçakçılık işlerinde kanun yerine kaçakçıların sözü geçmektedir. Ve bu arada Baran yeni açılan okulda çalışmaya gelen genç ve bağımsız öğretmen Govend ile karşılaşır. Ve ikili arasında gün geçtikçe meydana gelen yakınlaşmanın yanı sıra Baran ve Govend’in geleneksel baskılara ve köy ağasına başkaldırışına tanıklık edeceğiz..
ABD Irak’a savaş ilan etmiş ve Saddam Hüseyin dönemi bitmiştir. Bu ortamda savaşta yer alan Kürt savaş kahramanı Baran, Saddam Hüseyin’in düşüşünden sonra Türkiye sınırında bir köyde komiser olarak görev yapmaya başlar. Uzun yıllar halkının özgürlüğü için mücadele etmiş olan Baran, köyü kontrol eden Aziz Ağa’nın emrivakilerine boyun eğmez. Bu sırada köyün okulunda öğretmenliğe başlayan Govend, hakkında çıkan dedikodulara ve onu evlendirmek isteyen ailesine karşı koymaya çalışmaktadır. Govend ve Baran, birbirlerine yakınlaştıkça düşmanlarına karşı da güçlenirler.

Erbil'de barış için mücadele eden bir lider olan olan Baran, burada görevini tamamladıktan sonra İran, Türkiye ve Irak sınırındaki küçük bir bölgeye taşınır. Bu bölgenin tansiyonu bir hayli yüksektir ve Baran yerel halk tarafından istenmeyen kişi olmuştur. Yine de sorunları çözmeye kararlı olan Baran, Govend isimli genç bir kadınla tanışır. Bu köyde öğretmenlik yapan Govend de köy halkı tarafından dışlanmaktadır. O da Baran gibi, kendi halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı için savaşmaktadır.

Yönetmen: Hiner Saleem
Senaryo: Hiner Saleem, Antoine Lacomblez
Yapımcı Firma: Agat Films & Cie
Yapım Ülkesi: Fransa, Almanya, Irak
Orijinal Dil: Kürtçe, Arapça, Türkçe
Orijinal Adı: My Sweet Pepper Land
Yapımcı:Robert Guédiguian,Arnaud Bertrand
Görüntü Yönetmeni: Pascal Auffray
Özgün Müzik: Golshifteh Farahani
Yapım Yılı:2013
Vizyon Tarihi:22 Mayıs 2013
IMDB Puanı:7.2
Süre:100 dk
Bütçe 2.600.000 €
Tür: Dram
Oyuncular: Golshifteh Farahani, Korkmaz Arslan, Suat Usta, Mir Murad Bedirxan , Feyyaz Duman Tarik Akreyî, Véronique Wüthrich
Ödüller: 2013 Abu Dhabi Jüri Özel Ödülü 2013 Chicago En Iyi Film 2013 Duhok (Irak) En Iyi Film, En Iyi Senaryo, En Iyi Kadın Oyuncu 2013 Inverness Izleyici Ödülü


2.Anlatım: Yönetmenliğini Güney Kürdistanlı Hiner Saleem’ın yaptığı Tatlı Biber Diyarım, İstanbul Film Festivali’nin ardından Ankara Film Festivali’nde de seyirciyle buluştu. “Bir Kürd Westerni” olarak anılan film, konusuyla olduğu kadar bölgenin coğrafi ve politik arka planını merak edenler için de ilgi çekici pek çok tını barındırması bakımından da beklentileri karşılamayı başarıyor.
Filmin açılış sekansında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nce idam cezasına çarptırılmış ilk mahkum olma özelliğini taşıyan kişinin cezasının “amatörce” infaz edilişine tanık oluyoruz. Böylece taze bir modern ulus-devlet biçimi örgütlenmeyi gerçekleştirerek kapitalist sisteme tam olarak eklemlenmeyi amaç edinen Bölgesel Yönetim, bir vatandaşının hayatına bütün meşru otoritesini kullanarak büyük bir heyecan ile son vererek bir devletin en iyi bildiği eylemi, öldürme eylemini ilk kez kendi yasalarıyla belirlediği biçimde uygulamış oluyor. Devleti temsilen infazda bulunan ama Hakim-Molla-Doktor kutsal üçlüsünün aksine olan biteni heyecan değil dehşet dolu gözlerle izleyen eski bir peşmerge olan polis memuru Baran ise infazın ardından, devletinin özgürlükler aleyhine attığı adımlara tepki olarak görevinden istifa eder. Fakat 15 yaşından beri Saddam rejimine karşı Kürdistan halklarının özgürlüğü için savaşan Baran, çok geçmeden başka bir işte faydalı olamayacağını anlayarak devletin “özgürlük” umutlarını “henüz” tam anlamıyla fethetmediği bir bölgeye tayin olma şartıyla polisliğe geri dönecektir. Fakat Baran’in, kapitalizmin insanı her bir yanından görünmez zincirlere boğan ve bir başına mücadele edilmesi imkansız olan karmaşık yapısından kaçarken, feodal bağların son derece güçlü olduğu ve yerel halkın sömürüsünün Aziz Ağa isimli bir aşiret ağası tarafından sistematikleştirilerek örf ve adet kisvesiyle gerçekleştirildiği bir sınır köyüne geldiğini fark etmesi uzun sürmeyecektir. Öte yandan Baran’ın dışında yine onun gibi özgürlük için mücadele eden Gorend isimli bir kadın öğretmen de köy okulunda görevlendirilir. Yerel halka dilediğince ve çok çeşitli biçimlerde zulmeden Aziz Ağa ise statükonun kendi aleyhine değişiminin habercisi olan bu iki idealist gençten kurtulabilmek adına pek çok erdemsiz yol arayacaktır. Aziz Ağa’nın bu savaşı yalnızca yeni ile eskinin veya doğu ile batının veya kapitalizmle feodalizmin savaşı değildir. Aziz Ağa’nın savaşı bir erk ve erkeklik savaşı; kadın düşmanlığının ve kadın bedeni üzerinde tecavüzcü erkek zihniyetinin kurduğu tahakkümün devamının savaşıdır. Dolayısıyla Aziz Ağa ile girişilecek olan bir mücadele, cinsel devrimin gerçekleşmediği ve gerçekleşmesinin hafife alınamayacak bir mücadele gerektirdiği topraklarda, neredeyse her erkeğin zımni kabulunun olduğu bir erkeklik sözleşmesinin fesih edilmesi için verilen bir kadın mücadelesi anlamına gelecektir. Baran da peşmerge kimliği ile uğruna savaştığı, insanın toplumsal veya cinsel kimliğe bakılmaksızın tamamen özgür olduğu bir Kürdistan hayalini, devletin muhafazakarlaştıran ve statükoya esir eden biçimlerinden korunarak kaybetmemeyi başaracak ve Aziz Ağa’ya karşı gerçekleştirilen mücadelenin tüm imkanlarıyla bir parçası olacaktır.

Aziz Ağa ve aşiretinin, köyde kendi iktidarlarını zedeleyen Baran ve Gorend’in yanında dağdaki kadın gerillaları da kendi düzenine tehdit olarak görmesi tam olarak bu yüzdendir. Bu kadınlar üzerinde ahlak, adet ve töre kisveleriyle tahakküm kurmayı başaramayan Aziz Ağa ve aşireti, onların özgürlükçü fikirlerini ve bedenleri üzerinde dilediklerince söz sahibi olamamayı hazmedemeyecekler ve kurdukları hain bir pusuyla bir kadın gerillayı katledeceklerdir. Fakat bu durum, kadın gerillalar ve onların devrimci mücadeleleri için değil ama aşiretin kendisi, şiddet dolu eril yapısı ve feodalizmin anti-devrimci karakteri için sonun başlangıcı olan bir süreci başlatmış olacaktır. Zira kadın gerillalar erkeklikle mücadelelerindeki en önemli şiar olan “Erkekliği Öldüreceğiz” şiarını en somut anlamıyla gerçekleştirmeyi başaracaklardır.


Filmin ağırlığı ise henüz üzerimden kalkmış gibi değil. Son sahnede umut ve aşk dolu arka planına yerleştirilmiş uçsuz bucaksız dağlarda yanlız ve bir başına mücadelesine devam eden kayın ağacınının kurak ama kendinden emin mutluluğuyla karşılaşıyorum. Sonra, istemsizce “Kadınlar, kadınlar, dağlara doğru” şarkısını mırıldanırken buluveriyorum kendimi. Öte yandan heybetli gövdesiyle bir diyalog kurma çabasına girişiyorum. “En az yüz yıldır yaşıyorsun ama kimseyi öldürmedin; kimseyi sömürmedin, şu üstünde yeşerdiğin toprağı bile mülkün bellemedin.” diyorum. Çünkü diyor “Yaşıyorum ben; iktidar nedir bilmeden.” -Bir ağırlık çöküyor omuzlarıma; susuyorum…


Sonuç olarak cinsel devrimin gerçekleşmediği ve kadınların özgürleşmediği hiçbir mücadelenin mutlak bir özgürlükle sonuçlanmayacağını bize olabilecek en keyifli biçimiyle anlatan film, Kürdistan Sineması’nın önemli yapıtlarından biri olmayı başaracak potansiyele sahip görünüyor.



                                          Filmi İzlemek İçin Tıklayın

The Wind Will Carry Us – Rüzgar Bizi Götürecek Filmi

  • The Wind Will Carry Us - Rüzgâr Bizi Sürükleyecek Filmi

küçücük gecemde benim,
ne yazık rüzgârın yapraklarla buluşması var 
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var 
dinle 
karanlığın esintisini duyuyor musun? 
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa 
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun 
dinle 
karanlığın esintisini duyuyor musun? 
şimdi bir şeyler geçiyor geceden 
ay kızıldır ve allak bullak 
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda 
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali 
yağış anını bekliyorlar 
bir an 
ve sonrasında hiç. 
bu pencerenin arkasında gece titremede 
ve yeryüzü giderek durmada 
bu pencerenin arkasında bir bilinmez 
seni ve beni merak ediyor 
ey baştan aşağı yeşil! 
yakıcı anılar gibi ellerini, 
bırak benim aşık ellerime 
ve dudaklarını 
varlığın sıcak duygusunu benim sevdalı dudaklarımın okşayışına 
bırak rüzgâr bizi sürükleyecek 
rüzgâr bizi sürükleyecek. 
Füruğ Ferruhzad – Rüzgar Bizi Sürükleyecek

The Wind Will Carry Us; yukarıdaki dizelerin sahibi İranlı şair ve yönetmen Füruğ Ferruhzad’ın Rüzgar Bizi Sürükleyecek başlıklı şiiriyle aynı ismi taşıyan, 1999 yapımı bir Abbas Kiarostami filmi. Yaşam ve ölümün bir aradalığını şiirsel bir saflıkla aktaran The Wind Will Carry Us; İran Yeni Dalga Sineması’nın sembolik anlatım yapısının en bariz biçimde görülebileceği filmlerden biri. Fakat filme geçmeden önce Abbas Kiarostami’ye ve sinemasına etki eden faktörlere bir göz atmak gerekir.

İran Sineması’nda 1969 yılında Dariush Mehrjui’nin Gav (İnek) isimli filmiyle başlayan İran Yeni Dalga akımı; şiirsel bir sinema dili ve sembolik bir anlatımla, siyasi ve felsefi yönleri daha baskın olan sanat filmlerini ifade eder. İran Yeni Dalgası’nın ortaya çıkmasını ve yükselmesini sağlayan dönemin politik ve kültürel hareketleriydi. Özellikle 1953 yılında yaşanan siyasi darbenin ardından edebiyat ve en çok da şiir alanında hakim olan romantik hava 1960’lı yıllarda doruğa ulaşarak İran şiiri için bir dönüm noktası teşkil eder. Semboller ve metaforik anlatımlarla güçlenen İran şiirini kendine örnek alan İran Yeni Dalga Sineması uluslararası arenada da kendine önemli bir konum sağlar. Bu sebeple İran Yeni Dalgası’nı şiirsel anlatım biçimi ve sembollerden ayrı düşünmemek gerekir. Bu akımın öncü yönetmenleri arasında yer alan Füruğ Ferruhzad, Sohrab Şahit Sales, Behram Beyzayi ve Perviz Kimyavi; günümüzde etkinliğini halen sürdüren İran Yeni Dalgası’nın en önemli yönetmenlerinden Abbas Kiarostami, Jafar Panahi, Mohsen Makhmalbaf, Bahman Ghobadi ve Asghar Farhadi üzerinde etkileri yoğun biçimde hissedilen isimlerdir.

İçimize umut tohumları eken bir yönetmen
1970 yılından bu yana yapmış olduğu filmlerle İran Sineması’nın uluslararası alanda tanınmasını ve kabul görmesini sağlayan en önemli isim, hiç şüphesiz Abbas Kiarostami’dir. Eserlerinde hem mahalli hem de evrensel bir dil kullanmayı başarmış bir sinemacı olan Kiarostami birçok sinema eleştirmeni tarafından yaşayan en başarılı film yönetmenlerinden biri olarak ilan edilmiştir. Genelde sıradan insanların sıradan hikayelerini anlatmayı seçen Kiarostami bu doğallığı umut tohumları yeşertmek adına kullanır. Bu noktada Fransız yönetmen Jean Luc Godard ile ilişkilendirilen Kiarostami; Godard’ın anlamını yitirmiş, sahte bir hayatın aldatıcılığını yansıtmak ve sonunda hiçbir umudun var olmadığını belirtmek için kullandığı sözsel ve görsel imgelerini tersine çevirerek Doğu’nun bitmek tükenmek bilmez mücadele geleneği ile birleştirir. Kiarostami’nin hiçlik duygusu uyandıran imgelerinin Godard’ın imgelerinden farkı; sonunda bir umut ışığına bağlanmasıdır. Filmlerinde hakikati arama kaygısı güttüğünü dile getiren Kiarostami, mutlu yaşamın var olduğunun kanıtlarını aramakta ve insan dediğimiz varlığın henüz ölmediğine dair içimize umut tohumları serpmektedir. Bu meseleyi, hemen her filminde çocuk kahramanlar kullanarak ve hem diyaloglarında hem de film isimlerinde ve temalarında İran şiirinden – özellikle Ömer Hayyam ve Füruğ Ferruhzad- faydalanarak ortaya koyması da dikkat çekicidir.

Şiir sinema ile buluşunca…

Abbas Kiarostami’nin, 1990 yılında İran’ın Köker köyünde yaşanan ve çok sayıda kişinin hayatını yitirmesine sebep olan büyük depremin ardından çektiği ve sinema eleştirmenleri tarafından Köker Üçlemesi olarak adlandırılan (Kiarostami’nin hiçbir zaman üçleme olarak kabul etmediğini de not düşelim.) filmleri Arkadaşımın Evi Nerede? (1987), Ve Yaşam Sürüyor (1992) ve Zeytin Ağaçları Altında (1994); yaşam ve ölüm temalarının birbiri içine geçtiği ve Kiarostami Sineması’nın ana meselelerini ortaya koyan ilk örneklerdir. 1997 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüyle taçlandırılan filmi Kirazın Tadı ise yaşamın ve yaşamanın değerini sorgulatan yapısıyla Kiarostami Sineması’nın mihenk taşlarından biri haline gelir.
Araba içi diyalog sahnelerinin çok yoğun olduğu, kırsal bir bölgede geçen ve yine küçük bir çocuğa yüklenen umut vurgusuyla perçinlenen The Wind Will Carry Us – Rüzgar Bizi Sürükleyecek; geleneksel ve ritüel olan ile modern arasında yaşanan çatışmayı ve kentli ile köylü bakış açılarındaki farklılığı ortaya koyan yapısıyla dikkatleri üzerine çeker. Kiarostami’ye Venedik Film Festivali’nde Büyük Jüri Özel Ödülü kazandıran The Wind Will Carry Us; Füruğ Ferruhzad ve Ömer Hayyam’ın yaşam ve ölüme dair şiirlerinden de yoğun biçimde beslenir. İran Yeni Dalgası’nın ve Kiarostami Sineması’nın vazgeçilmez unsurlarından biri olan sembolik anlatım, The Wind Will Carry Us’ı şiirsel sinemanın doruk noktalarından biri haline getirir. 

Rüzgar bizi sürüklüyor. Peki ama nereye?
Henüz filmin en başında geçen diyalogun içindeki tünel sembolüyle karanlık ve aydınlığı birbiri içine geçiren Kiarostami, tüm film boyunca karanlığı ışık ile besleyerek yaşama doğru bir yolculuğa çıkmamıza sebep oluyor. Ayrı ayrı her sahnesinden türlü anlamlar çıkarabileceğimiz The Wind Will Carry Us, filmin geneline yayılan ve sürekli tekrarlanan sembollerle birlikte düşünülerek değerlendirilmesi gereken bir film. Bu sebeple filmin tek bir konusu olduğunu söylemek pek mümkün değil. İran’da bir Kürt köyüne gelen Behzad ve meslektaşları yatalak bir kadının ölümünü beklemek ve bu ölümün ardından gerçekleşecek olan ağıt ritüelini görüntülemek amacıyla bu köye geliyorlar. Esasında gazeteci olan Behzad ve meslektaşlarının (Onları film boyunca hiç görmüyoruz, fakat konuşmalarına şahit oluyoruz.) gerçek mesleğini bilmeyen ve onları mühendis olarak nitelendiren köy sakinleri, Behzad’ı ve meslektaşlarını büyük bir hoşgörü ve misafirperverlikle ağırlıyor. Kiarostami’nin film boyunca kurduğu beklentilerin dışında gelişen olaylar; ölümü beklediğimiz ve hiçbir şeyin değişmediğini düşündüğümüz yaşantılarımızda aslında beklenenlerin dışında ne çok şeyin gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
Sembolik ve şiirsel anlatıma yön veren ve sürekli tekrarlanan imgeler The Wind Will Carry Us’ın taşıyıcı unsurları olarak dikkat çekiyor. Yuvarlanan elma, yuvarlanan futbol topu, filmin başındaki tünel diyalogu ile anlam kazanan bir tepede derin bir tünel kazmaya çalışan Yusuf karakteri, Behzad’ın sürekli bir taze süt arayışı, aradığı sütü karanlık bir bodrumda buluşu, iletişim kurabilmek adına Behzad’ın sürekli tepeye çıkmak zorunda kalışı, Behzad’ın meslektaşlarının sürekli çilek yemeğe gitmeleri, Eski Mısır’da yeniden doğuşu simgeleyen bir bok böceği ve yuvarladığı nesne, küçük Farzad’ın sürekli derslerine çalışma hali ve ters çevrilen bir kaplumbağa bu sembolik anlatımın hem sürekli tekrarlanan hem de yoğun şiirsel bir anlatım içeren güçlü unsurları olarak önem arz ediyor. Aynı şekilde diyalogların içinde de kendine yer bulan bu şiirsel anlatım sürekli bir arayışın, bir umut isteğinin ve yeniden doğuşun ince ince işlendiği bir başyapıta dönüşüyor.
The Wind Will Carry Us; Füruğ’un dizeleriyle birlikte okunduğunda engin anlamlara açılan bir kapı, kamerayla yazılmış bir şiir, karanlığın içindeki aydınlığı aydınlığın içindeki karanlıkla besleyen bir masal. Kısacası; rüzgar bizi sürüklüyor. Peki ama nereye?

Yönetmen: Abbas Kiarostami
Senaryo: Abbas Kiarostami
Yapımcı:Abbas Kiyarüstemi
Ülke: İran, Fransa
Tür: Dram
İMDb:8.3
Vizyon Tarihi:06 Eylül 1999 (İtalya)
Dil: Farsça
Müzik: Peyman Yazdanian
Çekim Yeri: Siah Dareh, İran
Nam-ı Diğer: The Wind Will Carry Us
Yapımı:1999 - İran , Fransa
Süre:118 Dak.
Oyuncular:Bahman Ghobadi , Behzad Dorani , Noghre Asadi , Roushan Karam Elmi , Shahpour Ghobadi, Siyahdere köyü sakinleri
Ödülleri: 1999 Venedik Jüri Büyük Ödülü, FIPRESCI Ödülü, “CinemAvvenire” Genç Jüri Ödülü 1999 Montreal Halkın Seçimi

Filmden: Behzad - Şimdiye kadar kahveci bir kadın da görmemiştim. 
Taçdevlet - Sen gökten mi düştün? Behzad - Efendim? 
Taçdevlet - Sen gökten mi düştün diyorum.Babanın önüne çayı kim koyuyor? 
Behzad - Annem tabii ki.. 
Taçdevlet - O halde neden, şimdiye kadar kahveci kadın görmedim, diyorsun..Bütün kadınlar bir tür kahveci sayılır işte. üç iş birden yaparlar.Gündüzleri işçidirler , akşamları kahveci , geceleri ikisi birden.


                                                               Filmi İzlemek İçin Tıklayın

8 Ocak 2017 Pazar

Meş - Yürüyüş Filmi

  • Meş - Yürüyüş Filmi 

“Hikâye, tüm ülkeyi kasıp kavuran 12 Eylül 1980 darbesinin günler öncesi ve hemen sonrasının yansımalarının yaşandığı Mardin’in Nusaybin İlçesi’nde geçer. Darbe zaman zaman fonda hissedilirken, bazen de hayatın tam orta yerinde patlamaktadırCengo ile birlikte kalabalık bir grup çocukla tanışıp arkadaş olan Xelilo, kısa bir süre için de olsa, dışlandığı, öfkelendiği, önemsenmediği dünyadan uzaklaşır Xelilo’nun arkadaşlarının kimi babasız kalır, kiminin ailesi ilçeyi terk eder, kiminin yakınları gözaltına alınıp bilinmeyen yerlere götürülür. Xelilo, ağzında rast gele birilerinden aldığı sigarası ile sessiz protestosunu sürdürmektedir..” 

YÖNETMEN:Shiar Abdi
SENARYO:Abdulselam Kilgi, Shiar Abdi
FILM YILI:2011
IMDB:7,8
FILM TÜRÜ:Dram
FILM DILI:Kürtçe
OYUNCULAR:Abdullah Ado, Aydın Orak, Brader Musiki, Nujîyan Kılgı, Abbülselam Kılgı, Mehmet Avsar, Talat Ekinci, Serhat Ertuna, Abdulselam Kilgi
ÜLKE:Türkiye
SÜRESI:87 dk
                                                             
                                   
                                                          Filmi İzlemek İçin Tıklayın

7 Ocak 2017 Cumartesi

Rêwitiya Ber Bi Rojê Ve - Journey to the Sun - Güneşe Yolculuk Filmi

  • Rêwitiya Ber Bi Rojê Ve - Journey to the Sun - Güneşe Yolculuk Filmi 

1.Anlatım: “Güneşe Yolculuk”, naif bir gencin 90’lar Türkiye’sinin gerçeklerinin farkına varma sürecinin yanı sıra dostluğun ve cesaretin de hikâyesini anlatıyor. Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen iki gencin, Mehmet ve Berzan’ın yolları İstanbul’da kesişir. Haksız yere tutuklanması ve daha sonra başına gelenler Mehmet’in Berzan’a olan bağlılığını pekiştirir ve bütün ülkeyi katederek, ölen dostunun cenazesini, artık Berzan’ın var olmayan, sular altında kalan köyüne, sonunda büyük bir olgunlaşma yaşayacağı bir yolculuğa götürür. Doğu’ya, güneşe yolculuğa…

YÖNETMEN GÖRÜŞÜ
“Güneşe Yolculuk”, bir transformasyon hikâyesi; sadece uzağımızdakine değil, yanıbaşımızda olan bitene karşı bile görmezlikten gelme halini sorgulayan bir dostluk filmi. Tireli Mehmet’in, Zorduçlu Berzan’ın hayatının realitesini uzun ve sancılı bir yolculukla kavrayışının ve sonunda naif bir gençten, olgun bir adama dönüşmesinin hikâyesi… Film, gerçek mekanlarda ve amatör oyuncularla çekilmiştir.–Yeşim Ustaoğlu
2.Anlatım: Güneşe Yolculuk, saf bir gencin günümüz Türkiye'sinin gerçeklerinden haberdar biri haline dönüşmesinin, dostluğun ve cesaretin öyküsüdür. Türkiye'nin iki ucundan iki genç- Batı'dan gelen Mehmet ve Doğu'dan gelen Berzan İstanbul'un alt tabakayaşamının içinde ayakta kalmaya çalışırken tanışırlar. Gün geçtikçe birbirine bağlanırlar. Şehre yeni gelmiş olan Mehmet, seyyar arabasında müzik kasetleri satan Berzan ile arkadaş olur. Mehmet, Tire'li olmasına rağmen koyu teni nedeniyle herkestarafından doğulu sanılmaktadır. Mehmet, Berzan'a bir çamaşırhanede çalışmakta olan Arzu ile ilgili gelecek hayallerini, Berzan ise ona günün birinde Irak sınırındaki köyü Zarduç'daki sevgilisine geri dönme arzusunu anlatırlar. Mehmet'in bir gece eve dönerken bindiği minibüs durdurulur. Polis kimlik kontrolü yapar...
YÖNETMEN:Yesim Ustaoglu
SENARYO:Yesim Ustaoglu
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: Jacek Petrycki
FILM YILI:1999
IMDB:7,1
FILM TÜRÜ:Dram
FILM DILI:Türkçe, Kürtçe
ÜLKE:Türkiye, Hollanda, Almanya
SÜRESI:104 dk
Müzik:Vlatko Stefanovski
Çıkış Tarihi: 3 Mart 2000 (Türkiye)
Oyuncular: 
Nazmi Kırık - Berzan
Nevruz Baz - Mehmet
Mizgin Kapazan - Arzu
Ara Güler - Süleyman Bey
Lucia Marano, Ercüment Balakoğlu, İsmail Yıldız 

Ödüller:

  • 1999 Ankara Uluslararası Film Festivali, "En İyi Film" Ödülü
  • 1999 Ankara Uluslararası Film Festivali, "En İyi Yönetmen" Ödülü, Yeşim Ustaoğlu
  • 1999 Ankara Uluslararası Film Festivali, "En İyi Senaryo" Ödülü, Yeşim Ustaoğlu
  • 1999 Berlin Uluslararası Film Festivali, "Mavi Melek" Ödülü
  • 1999 Berlin Uluslararası Film Festivali, "Barış Filmi" Ödülü 
  • 1999 Berlin Uluslararası Film Festivali, "Altın Ayı" Ödülü adaylığı
  • 1999 Manaki Kardeşler Uluslararası Film Festivali, "Altın Kamera 300" Ödülü, Jacek Petrycki
  • 1999 Avrupa Film Ödülleri, "En İyi Görüntü Yönetmeni" Ödülü adaylığı, Jacek Petrycki
  • 1999 Festróia - Tróia Uluslararası Film Festivali, "Jüri Özel Ödülü"
  • 1999 Festróia - Tróia Uluslararası Film Festivali, "OCIC Ödülü"
  • 1999 Festróia - Tróia Uluslararası Film Festivali, "Altın Yunus" Ödülü adaylığı
  • 1999 Flanders Uluslararası Film Festivali, "Grand Prix" Ödülü adaylığı
  • 1999 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "En İyi Yerli Yönetmen" Ödülü, Yeşim Ustaoğlu
  • 1999 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "En İyi Yerli Film" Ödülü
  • 1999 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "FIPRESCI Ödülü"
  • 1999 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "Halk Ödülü"
  • 1999 Kudüs Film Festivali, "Barış Ödülü"
  • 1999 São Paulo Uluslararası Film Festivali, "Uluslararası Jüri Ödülü"
  • 1999 Valladolid Uluslararası Film Festivali, "Jüri Özel Ödülü"
  • 1999 Valladolid Uluslararası Film Festivali, "Altın Çubuk" Ödülü adaylığı
  • 2002 ABD Siyasi Film Topluluğu, "Barış Ödülü" adaylığı

Siyabend û Xecê Filmi

  • Siyabend û Xecê Filmi 

Yönetmenliğini Şahin Gök'ün Senaryosunu da Hüseyin Erdem'in yaptığı 1991 yapımı filimdir.
Oyuncular arasında Tarık Akan, Yılmaz Erdoğan, Menderes Samancılar,Mine Çayıroğlu , Kazım Kartal gibi bilinen oyuncularda vardır.

Kürt Romeo ve Juliet’i SİYABEND Ü XECE 

1991’de daha Güneydoğu’da devlet terör ve OHAL bütün şiddetiyle sürerken, Van-Çatak’ta bir aşk filmi çekildi: Siyabend ü Xece/Siyabent ile Hatice. Başrollerinde Tarık Akan ve Mine Çayıroğlu’nun oynadığı filmin yapımcısı Senar Turgut çekimin son haftasında gözaltına alındı. Film ekibi dağıldı. Fakat ekipten iki kişi oyuncuların bile görmediği filmin negatiflerini Almanya’ya kaçırdı. O zaman kaçırılan film demokratik açılımdan aldığı cesaretle, 20 yıl sonra tekrar Türkiye’de. Ocak sonunda yapılacak galadan sonra İstanbul, Diyarbakır ve Van’daki sinemalarda.
Yapımcı Senar Turgut aşk destanı olan Siyabend ü Xece’yi (Siyabend ile Hace-Hatice) yapmaya karar verdiği 1991’de, değil Kürtçe film yapmak, Kürtlerden söz etmek bile çok tehlikeliydi. Filmin konusu, yüzlerce yıl öncesinde geçtiği için betonun, elektrik direklerinin görünmediği bir yerde, Van’ın Çatak ilçesi yakınlarında çekilecekti. Kültür Bakanlığı’ndan izin alındı. Çatak’ın dağ köyü Heşet’te figüranlarla birlikte 200 kişilik filmin seti kuruldu, oyuncular için Van’da otel kiralandı. Filmin bütçesi, o yıllar için oldukça büyüktü: 500 milyar lira. Başlarken niyetleri, filmi Kürtçe çekmek; Türkçe, İngilizce ve Almanca altyazıyla gösterime sunmaktı. Ancak karşılaştıkları baskılar karşısında Türkçe çekip Kürtçe dublaja karar verdiler.
Çekimler başladı, çekimlerle birlikte Özel Harekât timleri ve sivil polis ziyaretleri de. Bıkmadan her gün gelip “Ne yapıyorsunuz?” diye sordular. Sabah ve akşamları ekibin Van’daki otele gidiş gelişlerinde zorluklar çıkmaya başladı. Kontrol noktalarında bekletildiler, refakatsiz gidemeyecekleri söylendi. Senar Turgut, “Sürekli taciz edildik. Bazen de tek tek oyuncularla konuşarak seti bırakıp dönmelerini telkin ettiler” diyor.
                     
                                                             Filmi İzlemek İçin Tıklayın

Children Of Heaven - Cennetin Çocukları Filmi

  • Children Of Heaven - Cennetin Çocukları Filmi

Cennetin Çocukları adlı filmin senaryosunu yazıp ve yöneten isim “Rang-e Khoda”, “Baran” ve “Avaze Gonjeshk-ha” filmlerinden tanıdığımız İran'lı sinemacı Majid Majidi olmuştur. 1997 İran yapımı olan Bacheha-Ye Asamen adlı eser 1998 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü'ne aday gösterilip bu ödüle aday gösterilen ilk İran filmi olarak tarihe geçmiştir. Bu ödülü elde edemeyen Children Of Heaven adlı eser diğer etkinliklerden toplamda 13 değerli ödül elde edip tüm ekibin göğsünü kabartmıştır. Dram türünde Cennetin Çocukları adlı film konusu itibarıyla yoksul bir aileye sahip iki kardeşin çekmiş olduğu zorlukları ele alıp bizlerin ne kadar şanslı insanlar olduğumuzu belirtmeye çalışıyor. Bu mükemmel filmi sizlere tavsiye edip birazda diğer detaylara değinelim.


Bütçesi 180 000 dolar olan Bacheha-Ye Asamen adlı film gişede ise 1 623 000 dolar hasılat elde etmiştir. Bu mütjiş filmin yapımcılık görevini Amir Esfandiari ve Muhammed Esfandiari üstlenmiştir. 1 saat 29 dakika süresi olan Children Of Heaven isimli filmin dokunaklı müziklerine el atan isim Keivan Jahanshani olmuştur. IMDb puanı 8,5 olan Bacheha-Ye Asamen adlı eserde şu isimler Mohammad Amir Naji (Ali's Father), Amir Farrokh Hashemian (Ali), Bahare Seddigi (Zahra), Nafise Jafar-Mohammadi (Roya), Fareshte Sarabandi (Ali's Mother) ve Kamal Mirkarimi (Assistant) rol almıştır.
                                              



                            
                                                                 Filmi İzlemek İçin Tıklayın

6 Ocak 2017 Cuma

KANİYA LÎÇO - BATAKLIK FİLMİ

  • KANİYA LÎÇO - BATAKLIK FİLMİ 


1.Anlatım Türkçe: Film ,şırnak'ın ıraka sınır olan bir köyünde Rakip'in dramasını anlatiyor. Onbeş yaşlarında olan Rakip,evin geçim kaynağını sağlamak için ve hasta olan ninesinin tedavi parasını çıkartabilmek için kaçakçılık yapmaya başlamıştır. Kaçakçılık yapan bir çok kürt çocuğu gibi o da çatışmada vurularak ölüyor. Arkasından sevgilisini ve yaşlı çaresiz ninesini bırakiyor... 

Senarist-Yönetmen: Sinan Yıldız
Yard.Yönetmen: Aydın Bayram
OYUNCULAR: Reqip Yıldız & Jînda Bayram & Hûrê Şenses & Orhan Yıldız Sadun Sezer-Müşerref Artuç-Mesud Artuç- Mahmut Sidar 


2.Anlatım Kürtçeçe:
Fîlm li gundekî Şirnex, qala jiyana Raqîp dike.Emrê Reqip pazdeh saliye , Ji ber ku debara malê li ser pişta Raqîp e û dayika wî jî nexweş e, neçar dimîne û dest bi karê qaçaxtiyê dike. Di karê qaçaxtiyê de wekî gelek kurdan, ew jî bi guleya leşkeran jiyana xwe ji dest dide. Paş xwe ve destgirtiya xweya delal u dayika xwe ya neçar dimîni


                                                                    
                                     
                                                          Filmi İzlemek İçin Tıklayın

Welatê Berfê - Vinterland - Kış Ülkesi Filmi

  • Welatê Berfê - Vinterland - Kış Ülkesi Filmi

1.Anlatım: Norveç'te soğuk ve karlı bir iklimde geçen dramatik komik bir aşk öyküsünü anlatıyor bize Kürt Yönetmen Hisham Zaman. .... Mülteci duyguları en iyi hissettiren Bawke filminin yapımcısı bu kez Kış Ülkesi ile hoş dakikalar yaşatmayı başarıyor sinema severlere. 1975 doğumlu genç yönetmen Hisham Zaman, Kış Ülkesi ile film boyunca sinema severlerin yüzünde tebessümün eksik olmayacağı bir komedi-dram aşk hikayesini, günümüz sanal aşkların belkide bir kürt versiyonu olarak kurgulamış. Filmin konusuna gelince; Filmin kahramanı Güney Kürdistan'lı Renas Norveç'te yaşayan bir mültecidir.Kürdistan'lı bir kızla evlenmek istemektedir. Aşık olduğu Firmesk, evlilik için Norveç'e geldiğinde, olaylar beklendiği gitmez. Acaba Renas sadece fotoğrafını gördüğü bu kıza aşık olabilecek mi?

Peki ya, fotoğrafta gördüğü kız ile gerçek arasında büyük bir fark varsa ne olacak? Tam da burada eğlenceli ve hoş dakikalar izleyiciyi buluyor. Eğer Kürt halkının tarihindeki tüm yasaklar ve acılara rağmen, biraz da neşelenmek için bir film arıyorsanız, bu film izlenmeli diyoruz.


2.Anlatım: Renas, Norveç'in ücra ve karlarla kaplı bir köşesinde, halinden hiç şikayeti olmadan yaşayıp giden bir Kürt mültecidir. Tek eksiği bir eştir. Irak'taki ailesi onun için Fermesk adında bir kız bulur ve Renas, damat olarak katılmadığı Irak'taki bir nikah töreniyle bu kızla evlendirilir. Renas hiç görüşmediği, tanışmadığı bu kıza fotoğrafları üzerinden aşık olur ve sürekli onun hayalini kurar. Fakat nihayet Fermesk Norveç'e geldiğinde, daha ilk anda bu garip evlilik çatırdar. Renas, sadece fotoğraflarıyla ilişki kurduğu kadının gerçek halini görünce yıkılır. Fermesk içinse, ne kocası ne de bu yeni ülke beklediği gibidir. Diğer yandan bu ilişkiye ta Irak’tan müdahil olan aileler de durumu iyice zorlaştırır. Renas bu durumla baş etmeye çalışırken, yeni bir ülkeye ayak uydurmakla başka bir erkeklik biçimine uyum sağlamak iç içe geçer.
Norveçli Kürt yönetmen Hişam Zaman'ın ödüle doymayan ve Kürt sineması açısından yeni bir anlama biçimi yaratan filmi Welatê Berfê, sınırlar arasında sıkışmış insanlık hallerini ince ince işliyor. Norveç'te karla kaplı bir yerde yaşayan Rênas, telefon üzerinden katıldığı kendi düğünüyle çocukken gördüğü ve fotoğraflarından baktığı bir kızla evlendirilir. Norveç'e gönderilen gelinin beklediği zengin hayat ve damadın beklediği güzel kız hiç olmayacak şekilde kesişirler. Yönetmenin kamera kullanımının ustalığı ve vurucu hikayesiyle Welatê Berfê, mutlaka izlenmeli.

Yönetmen: Hisham Zaman
Senaryo: Hisham Zaman
Oyuncular: Cast Raouf Sarag, Shler Rahnoma, Kawa Gilli, Alibag Salimi
Yapım yılı: 2007
Ülke: Norveç
Süre: 52dk
Dili:  Kürtçe, Norveççe


3.Anlatım Kürtçe:Rênas penaberekî Kurd e ku li bakurê Norwecê li cihekî pir dûr dijî û pir bas hînî jiyana wan deran bûye. Ji bilî jinekê, xwedî her tist e ku dixwaze. Bi qasidiya merivên xwe yên li Îraqê, jinek dihêne bi navê Firmêsk. Lê dema bûk dihê Norwecê zewaca wan bi dijwarî dest pê dike. Ne welat ne jî mêrê wê wekî ku ew li bendê ye. Û gelo guncan e ku Rênas ji jinekekê hez bike ku bi tenê di wêneyan de dîtibe?

                                           



                                                               Filmi izlemek için tıklayın